Şakir Zümre

Tarihi mekanları gezdikçe medeniyetin büyüklüğüyle aynı orantı da eserler görüyoruz. Elbette bir mağara ile sarayın aynı medeniyet seviyesine ait olmasını beklemiyoruz. Bu açıdan virane olan sarayları gezdikçe sarayın büyüklüğünü zindanlarının büyüklüğünden anlıyoruz. Zindanı olmayan bir kalenin daha küçük bir kale olmasını bekliyoruz. Hatta belki de bir kervansaraydır diyoruz. Binaların askeri, ekonomik ve siyasi güçlerini zindanlarla bağdaştırma gibi bir huyumuz var. Öyle ya muhkem binaların en sağlam yerleri olarak yapılan zindanlar elbette ki önemli olmalıdır. Virane olmuş bir saraydan geriye ne taht odası, ne de şaşalı avluları kalmakta geriye. Varsa zindanları en az hasar almış yerler olarak karşımıza çıkmakta. Çünkü yapılan binanın en korunaklı ve sağlam yeri olarak zindanlar inşa edilmekte. Suçlu görünen kimsenin muhafazasının insanlık tarihinde bu kadar önemli bir yer teşkil etmesi enteresandır. Kişiyi suçtan uzak tutmak mantığı değil de, suçluyu muhafaza etmek mantığı zannediyorum fikrî anlamda farklı temeller gerektirmektedir. Hele ki günümüzde hapishane denilerek hapis edilmesi gerekenlerin bir hanesi olması gerektiğini vurgulamak nasıl açıklanıyor bilmiyorum. Özellikle batıya gidildikçe otellerden dahi iyi şartlar taşıyan zindanların varlığı kafaları iyice karıştırıyor.

Peki zindanları bu kadar güvenli ve konforlu yapan nedir? Neden suçlunun suçundan dolayı eziyet çekmesi bir ayıp gibi karşılanır. Hatırlayalım bu ülkede insanların kış aylarında rahat bir tas çorba içmek için adî suçlar işleyerek hapishanelere girmek istedikleri zamanlar olmadı mı? Hatta bir kısmının bunu deneyimlediği! Nedir peki devletleri suçlulara bakarken suçsuzları cezalandırmaya iten bu davranışın altında yatan sebep? Masum birine tecavüz eden bir sapık yıllarca karnı tok, sırtı pek bakılırken neden ihtiyaç sahibi, gariban biri açlıktan ölüme terk edilir? Bir cana kıyan barbarlar çeşitli sebeplerle beslenmeye devam edilirken, maddi imkansızlıklar yüzünden kira ödeyemeyen kişi neden mahkemelerde sürünür? Modern ceza hukuku neden bir ödül hukuku gibi işler?

Sürüye bir kurt dadandığında kurdun tarafını tutmak mümkün müdür? Peki ya kurt dadandı ama bu bizim kurttur demek ne kadar mantıklı bir harekettir. Öyleyse kimdir zindandaki? Somut dört duvar arasında yedirilip içirilen, suçuna karşı ödüllendirilen kişi mi? Bir de zindana düşmesini belirleyen sebebin ne olduğu önemlidir! Eğer yanlış yaptığını düşünmüyorsa bir kişi ona ceza denilen şey bir ödüle dönüşmez mi? Zindanda ceza çekiyor denilen kişi ıslah olmayacak yahut yaptığı şeyin yanlış olduğunu düşünmüyor ise bu zindan o kişiye ödül müdür, ceza mıdır? Mesela sırf işgalcileri çiçeklerle karşılamadı diye zindana atılan bir kişi ne kadar pişmanlık duyar? Ya da ne kadar pişmanlık duymalıdır? Adaletin gerçekleşeceğine ümidini kesen kişinin mevcut durumu kabullenmesi ne kadar suçtur? 

Ya insanı hapseden asıl zindanlar! Gerçekte özgür olduğunu zanneden kişinin yaptığı iyilikleri bile cezalandıran durumlar. Kendimizi acaba hangi zindanlara kapattık? Hapseden ile hapsedilen aynı olunca ceza anlam kazanmakta! Peki gerçekten anlamlanmak cezanın gerçek bir ceza olmasıyla mı olur? Suç olarak görmediğim aksine şeref olarak tanımladığım şeyler benim zindanımı daha çok anlamlandırmaz mı?

Çok eskilerden hatırladığım bir söz var! Modern zamanların kokuşmuş fikirlerine karşı tüm prangaları kıran ve durumun keşmekeşliğini daha çok artıran bir söz. Zindan gülistandır bize!


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir