Zeynep Vayiç

Tek başına oldukça vakur ve hüzünlü bir kelime gibi dursa da, köken ve anlamına baktığımızda ayrılırken birbirine esenlik dileme, esenleşme, emanet etme, selamet isteme gibi anlamlara geliyor. Aslında bu tavrıyla olumlu bir bağlılığı gösteriyor veda; zira insan, yalnızca değer verdiği kişiye ya da hissiyata veda eder, her ne kadar içinde ona karşı kalma isteği olsa da.
Tüm bu zarafetin içinde barındığı o sinsi ayrılığın gölgesinde kalıyor ne yazık ki. Bir yüzden ayrılıyor, bir sesten, bir alışkanlıktan vazgeçiyor, bir kelimeden umudu kesiyor o sinsi gölge. “İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık,” diyor Şükrü Abi ve bunu küçük bir ölüme benzetiyor.
İşte buradayız, Sevgili Okur,
Galiba kelimelerden değil ama içimi dökmekten bu noktada vazgeçiyorum. Bu, küçük bir ölüm sayılmaz bence -aslında tam olarak öyle sayılır; sadece adını pek anmak istemiyorum- ama uzun zamandır hasta yatağımda bunu bekliyor gibiydim. Dört yıldır insanlara ucunun dokunmasını istediğim şeyleri, cümlelerle boğuşa boğuşa yazmaya çalıştım. Çoğu zaman nefesi kesilen ben oldum. Bunun sebebi hem başıma üşüşen kelimelerle nasıl başa çıkacağımı bilemeyişim hem de insanların her konudaki aleladeliğinin boğazımda birikmesiydi. Ümüğüm acıyor -keşke mecaz olsaydı-. Neyse ki Kalemtıraş, bu acıya rağmen gülümseyerek hatırlayacağım defterimdeki en güzel çentik olarak kendini hatırlatacak.
İlk yazımın aksine -şey, ondan biraz utanıyorum- şu an olduğum noktada oldukça umutsuzum. Ama yine de kızıl ikindi sakinliğini, yaz gecelerinde esen rüzgarın perdeyi uçuşturmasını izlemeyi ve sarılmayı hâlâ seviyorum.
Satırlarıma güvenip beni yanında görmek isteyen çok sevgili imtiyaz sahibine, kelimelerimi olduğu gibi sarmalayıp sırtımı pışpışlayan canım dergime, zaman ayırıp okuyan ve eleştiren herkese, yoldaş olan her kelimeye, sessizce eşlik eden her bakışa gönülden teşekkür ediyorum.
Esenlik peşinizi asla bırakmasın.
Vesselam…
0 yorum