Abdurrahman Kıroğlu

Size bir hikaye anlatacağım, çok eskilerden beridir anlatılan bir masalın çok yeni bir hali olacak. Uzun bir hikayenin özeti gibi bir masal anlatacağım. Belki dinlemekten sıkıldığımız bir şarkı gibi olacak.

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal, pireler berber iken, koca koca nehirler bir bardağa girmiş iken, zamanların birinde en bereketli araziler içinde, ürünü bol, tatlısı tatlı mı tatlı, acısı acı mı acı bir diyar varmış. Buranın insanları ekin eker, tarla saban sürer, hayvan bakar, balık avlarmış. Paraya ve paranın getirdiklerine tamah etmez, ilgi göstermezlermiş. Bu yüzden işlerinde bereket eksik olmazmış. Her yaptıkları işi en iyi yapabilme gayreti içerisinde didinip dururlarmış.

Bu diyarın bilgesi şöyle dermiş genellikle kendisinden tavsiye isteyenlere: “Sevgiyle ekin ekini, tarlaları sevgiyle sürün, beslediğiniz ve avladığınız hayvanları sevmeyi unutmayın. Sevgiyi kaybettiğiniz yerde hüsran başlar. Sevgiyi unuttuğunuz işte kayıplar yaşarsınız. Sevgisiz kalırsanız aç kalırsınız. Karnınızı doyuracak olan mal ve mülk değildir, kanaattir. Kanaat ise ancak sevgiden meydana gelmiştir. Bu sebeple sevin ama bozulmamış, kirlenmemiş bir sevgiyle sevin. Nasıl ki su kâinata rahmettir. Susuz kalan canlılar yok olmaya mahkûmdur. Ama bu suyun da temiz olması gerekir. Lağımlarda kirlenmiş, kimyevi atıklar karışan sular ise tam aksine felaketin kendisidir. İşte böylece sevgi de âlemin temellerini teşkil eden özdür. Ama saf ve hakiki bir sevgi olmalıdır. İnsanların hataları ve beşeriyetin eksikliği ile bozulmamalıdır. Kaynağı âlemi yaratandan kaynaklanmalıdır. Menzili âlemi idare edene uymalıdır. Varlığı, varlığın sahibine adanmalıdır. Ancak bu şekilde bereketin ve rahmetin takipçileri oluruz. Siz en iyisi mi sadece sevin. Sevmeyi bilin ve sevin,gerisi kendiliğinden gelir.”  

Bu diyarın idarecisi şöyle anlatırmış yönetim şeklini: “Sevgi temeliyle atılan her bina gökyüzüne ulaşacak derecede kat taşıma kapasitesine sahiptir. Biz de bu felsefe ile harekete geçip yönetme ve yönetilme şeklimizi sevgi temelleri üzerine kurduk. Ne sosyalizmde olduğu gibi toplumsal faydayı önemsedik ne kraliyetlerde olduğu gibi yaratılıştan üstün bir zümre kabul ettik ne de demokrasilerde olduğu gibi her kafadan bir ses çıkıp piyasanın karışıklıklar içerisinde olmasını benimsedik. Sadece sevgiyi yönetimimize şekil yaptık. Her görev sevgi temelleri ile yapılır. Ödüller sevgiden kaynaklandıkça ayrı bir değer taşır. Eğer cezalar sevgiler için olacaksa kimse suçunu gizlemez. Aksine cezasını çekip sevgiye bağlı kalmayı seçerler. Diğer insanlarda onlar cezalarını çektikten sonra onlara suçlular olarak bakmazlar. Çünkü sevgiyi kendilerine sistem yaparlar. Çünkü sevgiyi kendilerine ömür edinirler.”

Bu diyarın güvenlik güçleri maaş almazmış. Çünkü sevginin merkez olduğu diyarda yürekler en haşin gardiyanların görevlerini yerine getiriyormuş. Herkes kendisini bekleyen, herkes kendine bekçilik eden bir güvenlik görevlisi şekline dönüşmüş. Bu nedenle güvenliğe güç gerekmezmiş. Sadece sevgileri için her an savaşa hazır yiğitler gönüllülük esasına göre hazır beklerlermiş. Bu yüzden oluşan güvenlik güçleri maaş almazmış.

Bu diyarda anneler ayrı, babalar ayrı ağlarmış. Çocukların sevinci toplumun neşesine kaynakmış. Gelen gideni aratmazmış. Hileye, içten pazarlığa ve aldatmaya yer yokmuş. Bu diyarda çocuklar ayrı bir sevinçle oynarmış. Sevgiye endekslenen oyunları kazanma hırslarının çok ötesinde beraber olma bilinci ile oynanırmış. Çocukların çok bencil olduğunu, egoistlikte en üst sıralarda olduğunu söyleyen bazı felsefeciler bu diyarı görseler tezlerinin anlamsızlığını ve acizliklerini anlayacaklardır. Her bir birinci için hep beraber sevinen çocuklar, her sonuncu için de beraber üzülürlermiş. Ailelerden taşan sevgi çocuklar aracılığıyla sokaklara taşarmış. Çocukların yayılmacı ruhuyla bu sevgi tüm diyara her gün dağılır, gezer ve akşam evlere geri dönermiş.

Lakin bu hayatın merkezine aldıkları sevginin bir takım özellikleri olması gerekiyormuş. Herhangi bir mahlûkata duyulan rastgele bir sevginin amaçsız ve başarısız olacağından her biri haberdarmış. Öncelikle çok yüce ve aşkın bir sevgiye kapılmak gerekiyormuş. Ne Leyla’ya duyulan sevgi, ne dağları deldiren sevgi, ne de Hüsrev’i inleten sevgi, bu sevgi kadar değer ve itibar görmüyormuş. Aşkın bir şehvet değil yüce bir muhabbet olduğunu anlarlarmış.  Çok yüce bir sevgi olması lazım ki buna aşk denir. Hayatın merkezine aşkı alan bir kişi maşukluğu hak eden tek varlığa aşk duymaya başladığında bu diyarın kapılarında gezmeye başlıyor demektir. Sonra bu aşkın kaynağını bilmek gerekir. Her faniden hâsıl olan şey fani olur. Varlığını tek olan Bâki’ye birleştirense bâki kalır. Eğer sevgi Allah’tan neşet edip aşklaşmıyorsa bu sevgi yok olmaya mahkûm bir şekilde acı çeker.

Bazı yerlerde âşık olduğunu söyleyenler melankoli ile şarkılar söyler, hüzünlenir ve günaha saparlarmış. Sevgi diyarındakiler onları anlamazmış. Sevgi bir insanı nasıl bu hale getirir diye düşünür de düşünür sonra cevapsız kalırlarmış. Aslında tohum özellikleri olmayan yapay bir tohum nasıl istenilen bitkiye dönüşmüyorsa sevgi de en yüce yaratandan kaynaklanmıyorsa gereken bir şekilde ağaç olması beklenemez. Eğer bir karşı cins ise sevginin kaynağı, yok olduğunda o cins sevgi nefrete dönüşür. Eğer bir anne-baba ise sevginin kaynağı, hak olan ecel geldiğinde hüzne dönüşür. Bazen kişiyi harap edip yok eden bir hüzne dönüşür. Eğer bir müzik içinse modası geçtiğinde insanı yapayalnız bırakır, terk eder sevgi. Eğer bir spor dalına ise seni o yolda tükettikten sonra kuyunu kazmaya başlar, huzuruna el koyar insana rahat vermez sevgi.

Ama âlemlerin Rabbinden kaynaklandığı zaman sevgi, kaynağın yüceliğinden ömürleri işgale başlar. Sevmek kaç günlüktür diyenlere sorulası soru; ‘‘Sevginin kaynağı nedir?’’ olmalıdır. Eğer kaynağını kuvvetli alıyorsa iki ömürde sürer sevgi. Ama aldatılırsa fani ve geçici şeylerle suya düşer, hayal olur. Bunu önlemek için sevgiyi merkeze alan -kimine ütopya olan- bu diyara fert olmaya aday olmak gerekir. Bu ise uzun bir maratondan ziyade akıllı bir satranç hamlesi gerektirir. Öyleyse kendimize sormalıyız der sevgi diyarının delisi; ‘‘Sevgiyi hak etmek için acaba sevmek bir ömür mü sürer?’’

Bu sorunun cevabını, sevginin bir ömre sığıp sığmayacağını bizlere gösteren Yahya Sinvar’a selam olsun! Selam hidayete tabi olanlara olsun!

Vesselam…


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir