Abdurrahman Kıroğlu
İnsan içerisinde ayrı bir dünya barındırmaktadır. Her insan kendi içerisinde aynı olaylara farklı tepkiler verir. Bazen bir söz, bir gülüş, bir nezaket, yavru bir canlının yürüyüşü yahut en beklemediği anda duyduğu bir koku çiçekler açtırır insanın içinde. Ama çoğunlukla pörsümeye yüz tutan yozlaşmış şu dünyada, dikenler batarlar elimize ayağımıza. Aslında bizim olaylara bakış yönümüz aynı olayı belki bize çiçek bahçesi kılar, belki de bir dikenlik. Dikenlik kötüdür demiyorum lakin gül bahçesine de dikenlik gözüyle bakmanın anlamı yoktur. Hazreti Ali(r.a) efendimizin dediği gibi, insan içinde ayrı alemler barındıran bir alemdir. Tekdüzelikten uzaktır. Belki de bilimin dünyayı yönetme sebeplerinden biri budur. Tekdüze insanlar isterler. Lakin içimizde bulunan alemler bizleri asıl alemimiz yapar.
İşte tam da bu sebeple hayat tüketmekten çok daha ötesi olmalı! Sadece bir şeyleri eksiltmek bize anlam vermemeli! Veremiyor da zaten. Tüketim hızımız gün geçtikçe artmakta ve her geçen dakika daha çok tüketmek istemekteyiz. Bu isteğimiz karşılanamayınca şiddet kazanmakta ve zamanla bir saplantı haline gelmekte. Daha çok tüketme isteği beraberinde kaynaklarında tükenmesini getirmekte. Kaynakların tükenmesi yahut kaynaklara erişimimizin sonlanması ise biz zaman sonra kaçınılmaz bir sonuç olarak önümüzde duruyor. Bu sonuç beraberinde birçok yeni problemlerde doğurmaktadır. Öncelikle şunun altını çizelim en büyük sıkıntı bitmeyen ve hızla artan tüketim arzumuzdur. Bu arzumuzu ya karşılamak ya da bastırmak eğilimindeyiz. Arzularımızı tam anlamıyla karşılayamayacağımız ise aşikardır. Bunu kabullendiğimizde arzularımızı bastırma yolu bize cazip görünmektedir. Çiçek bahçesi arayanlar gibiyiz hep. Bir gülistan peşinde her gördüğümüz dikeni gül habercisi zannediyoruz. Dikenleri bir zaman sonra kendimizi uyuşturmak için kullanıyoruz. Kendi gülistanını oluşturmaya çalışırken dikenler içinde kalıyoruz. Gülistan arzumuzu dikenlerle bastırmaya çalışıyoruz. Dikenleri kabul etmenin bizi gülistana ulaştıracağı bir hissiyatla gülleri bastırmaya başlıyoruz.
Bu bastırma eylemini kabullenmek beraberinde bir telaş getirir. Telaş arttıkça zihin perdelenir. Telaş anında dikkat etmişseniz çok dikkatli insanların bile olmadık hatalar yaptığını görürsünüz. Telaş ile perdelenen zihin elde etmeye çalıştığı şey için en kısa yolun doğru veya yanlış olduğuna bakmaz. Çoğu telaş içindeki insan sorunu çözmektense uyuşturma yoluna gitmeyi tercih eder. Bu her zaman en yüksek dozda, en etkili uyuşturucularla olmaz. Bazen ufak dozda ve az az alınmaya başlanır sorun olan arzuyu bastırmaya yarayan uyuşturucuyu.
Öncelikle uyuşturucu denince sadece kana karışan ve insan bedeninin his duygusunu yok eden maddelerden bahsetmiyorum. Onları da uyuşturucu olarak kabul etmekle birlikte bu yazımda farklı uyuşturuculardan bahsedeceğim. Zihin çok yönlü çalışan bir unsurdur. Çalışmadığı zaman yoktur. Eğer zihnimizi biz yönlendirmezsek farklı dış etmenler yönlendirmeye başlayacak. Derman bulamadığımız her dert zihnimizde ve gönlümüzde bir yer işgal edecek. Dert dememizin sebebi zaten gönlümüzde yer bulan bir sorun olmasındandır. Peki nedir bu uyuşturucular? Kimi zaman duyduğumuz bir müzik bu dertlerden birini uyuşturduğunu fark edince o müziği uyuşturucu olarak kullanmaya başlarız. Nice zaman sonra doz artıra artıra belki de bağımlı hale geliriz. Hatta belki de o kadar ilerler ki bağımlılığımız artık yüksek dozlar bile tesir etmemeye başlar.
Yahut bir gruba uyum sağlamak için bir oyuna başlar kişi. Zamanla tecrübe ve kabiliyet çerçevesinde bir şeyler başarması ufak bir zevk vermeye başlar. Zamanla oyundaki dakikaları dertleri unutturmaya başlar. Masum ve basit bir oyun uyuşturucu olmaya başlar. Çözülmeyen dert büyümeye devam eder. Büyüyen dert içinse uyuşturucu dozu artırılmalıdır. Zamanla oyunun dozu arttıkça artar. Bir zaman sonra her batılın etkisini kaybettiği gibi bu da bağımlılığa dönüşüp uyuşturucu etkisini kaybetmeye başlar. Kumar için zaten bu sebeple büyük bir bela derler. Kaybettikçe yalanı da tetikler. Ne demişler, birinin hayatını karartmak istiyorsan onu kumara alıştır. İşte bazen basit ve masum oyunlar kumar bağımlılığının ilk adımları olabilir.
Kimi insanlar da sahte hayatlarda arar avuntuyu. Sosyal medyada olmadığı kılıklara bürünür. Beğeni derdiyle hiç yapmamayı ilke edindiği şeylere yönelir. Beğeni uğruna insanlığını kaybedenleri dahi görüyoruz. Zamanla dozu artan ilaç gibi zehirlemeye başlar kişiyi. Gerçeklerle yalanlar bir arada bulunmayı sevmez. Bir zaman sonra ya gerçek sonlanır yahut yalan. Elbette ki hak galip gelmeye mukadderdir. Bu bazen ölümle gerçekleşir. İşte burada tercihlerimiz önem kazanır. Tabi ki uyuşmayı seçenlerin yalanlarla zehirlenmeleri mukadderdir. Bu sosyal medya bağımlılığı bazen de kısa yoldan para kazanma arzusunu getirir beraberinde. Kısa yoldan para kazanmak demek emeğin önemini kaybetmesi demektir. Zira önemli olan emek vermek değil de kazanmak olduktan sonra her şeyin yapılması mübah hale gelecektir.
Kimi insanlar da bu sahteliği filmlerde arar. Kendi yaşamadığı, yaşayamayacağı, yaşamaya cesaret edemeyeceği şeylerde kendini arar. Kendini bir karakter yerine koyar ve sahte acılara, sahte sevinçlere sarılır. Zamanla doz artırmak ister. Her gün bir filmden, iki filmden daha az izleyemez hale gelir. Elbette ki gün yirmi dört saat. Temel ihtiyaçlar, sosyal ihtiyaçlar, maddi ihtiyaçlar, dini ihtiyaçlar ve benzerleri ile karşılaşan bu uyuşturucu da bir yerden patlak vermek zorundadır. Aşırı film izleyen insanlarda da bir zaman sonra ya uykusuzluk görülür yahut farklı sağlık sorunları ortaya çıkar. Bu sağlık sorunları sosyal hayatını da kötü etkilemeye başlar. Her batıl bir gün batıp solacaktır. Kimi insan bunları erken fark edecek, kimileri ise bunu fark etmek için bir ömür harcayacaktır.
Kimi insanlar övünmekle uyuşurlar. Takdir edilmek için yaptıkları şeylere ağırlık verirler. Hayatın temel amacı haline övünmek gelir. Kendisinin övünmesini sağlamayacak şeylere yeltenmez bile. Bazen elzem olan şeyleri de terk eder. Övünmekle uyuşan kişi rezilliğe en yakın kişidir. Zira bir kişinin övülmesinin ilk sebebi genellikle menfaatlerdir. Menfaatler ortadan kalkınca hakikat ortaya çıkar. İşte o zaman övgüler azalır. Çünkü insanlar hataları söylerken daha cömerttir. Övgülerin söylenmesi için ise insanoğlu bir bedel ister. Bir de insanın temel kodlarında doğrular zaten olması gereken şeyler olduğu için sıradanlaşırlar. Halbuki aynı temel kodlarda yanlışların dile gelip düzelmesinin gerekliliği vardır. Bu temel, sistem açığı olarak bu gibi uyuşturucu kullanan kişiler kötü amaçlı toplulukların içine düşmesi ise mukadderdir. Hatta bir zaman sonra kimin hangi menfaat için kimi övdüğü bile anlaşılamaz hale gelir.
Kimi insan yazarak kendini uyuşturur. Kimi insan okuyarak kendini uyuşturur. Kimi insan müzik yapar. Kimi insan müzik dinler. Kimi insan film izler. Kimi insan film çeker. Arzularını dizginleyemeyen kişi belki sanata hizmet etmiştir ama kişisel mutluluğunu kaybetmiştir. Amaç sadece sanat ise doğru yoldadır kendini uyuşturan kişi. Ama sanattan başka amacı varsa kişinin oturup bir hesaba çekmeli kendisini! Öyleyse bu diken kime batıyor önce! Toplumu bu bilinç seviyesine çeken şey nedir? Okumuşu ve okumamışı nasıl aynı hedefe farklı amaçla yönelebiliyor?
Çuvaldızı demiş eskiler, kendisine batırmalıdır kişi! Dikenler elimize batıyorsa gül bahçesindeyiz diye daha çok dikenlere batmanın anlamı yok! Çıkaralım tek tek ellerimizden dikenleri! Sonra cevap verelim yüreğimize sanat kimin içindir?
Vesselam…
0 yorum