Hazal Keser

“Şehadet” sözcüğü Arapçada “tanıklık” anlamına gelir. Kelime manası itibarıyla: Bir şeyin mahiyetine vâkıf olmak, onu bilmek ve sözle ifade etmek demektir. Dolayısıyla şehadet kelimesinden türeyen “şehit” kelimesi: Şahit olan, şahit olduklarına tanıklık eden, tanık olduklarını kesin olarak bilen ve bildiğini haber verme konusunda güvenilen kimse demektir.

Allah’ın varlığını ve birliğini, Hz. Muhammed’in (sav) O’nun kulu ve elçisi olduğunu ifade ederken de “şehadet” kelimesini kullanarak tevhide tanıklık ederiz.

 الشهيد / Eş-Şehîd: Yüce Allah’ın isimlerinden biridir. Bu kelime Allah’a nisbet edildiğinde “her şeyi gözetlemiş gibi bilen, hiçbir şey ilminden gizli kalmayan” mânasına gelir.

“Doğrusu Allah, her şeyin üzerinde şahit olandır.” (Hac, 17)

“Şahit olarak da Allah yeter.” (Nisa, 79)

Kur’an-ı Kerim’de 20 yerde geçmektedir. Allah her şeye şahit olan, kendisinden hiçbir şey saklanamayan, hiçbir şeyi unutmayandır.

“De ki: Sizinle benim aramda şehîd (şahid) olarak Allah yeter! Doğrusu O, kullarının bütün hallerini bilip görmektedir.” (İsrâ, 96)

“O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yapıp ettiklerini kendilerine haber verecektir. Allah bunları bir bir saymış, onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye tanıktır.” (Mücâdele, 6)

Istılahi manasıyla ise şehit, Allah yolunda canını feda eden kimse demektir.

Şehadetle ilgili yazmaya başladığımda ilk aklıma gelen bu kitabî bilgiler değil; daha yirmisinde, bir cuma namazı vakti Fatih Camii avlusunda kurşunlanarak şehit edilen Metin Yüksel oldu aslında. Sonra, ömrünü ırkçı zihniyetle mücadeleye ve İslam’a adamış, nihayetinde yine kurşunlanarak şehit edilmiş Malcolm X, Müslüman Kardeşler teşkilatının kurucusu, yine bir suikastle şehit edilen Mısırlı Hasan el-Benna, Çeçen direniş liderlerinden Şamil Basayev, ömrünün 16 yaşından sonrasını tekerlekli sandalyeye bağımlı yaşayan ve o halde dahi mücadelesiyle Siyonist İsrail’in hedefi haline gelip, bir sabah namazı çıkışı üzerine füzeler yağdırılarak şehit edilen Hamas kurucusu ve lideri Filistinli Şeyh Ahmed Yasin, Çöl Aslanı Ömer Muhtar, İskilipli Atıf Hoca, Bilge Kral Aliya İzzetbegovic, Necmeddin Erbakan ve İslam’a adanmışlığın, aidiyetin timsali olmuş daha nice yiğitler… Hepsi de insanlığın yaradılışından bugüne kadar sürmüş ve sürmekte olan hak-bâtıl mücadelesine şahitlik etmiş, mücadeleleriyle, teslimiyetleriyle ve bilhassa seve seve, âdeta koşar adım gittikleri Hakk’a hicretleriyle nice gençlerin yüreğine şehadet sevdasını işlemiş, bu kutlu yolda bizlere ışık olmuşlardır.

Ali Ural “Posta Kutusundaki Mızıka” adlı kitabında:

“Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil; karganın, türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum, acaba türümüzün en önemli özelliğini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba “insan” denince hatırlanıyor muyuz?” diyor. 

Okuduğumda 16-17 yaşlarımda olduğum bu satırlar beni epey etkilemiş, kendimle yapacağım bir muhasebeye sürüklemişti. Hoş, o muhasebe hiç bitmedi ya. Neyse.

Ne zaman soğuğuna şehitlerin son nefesinin karıştığı, yüreğimizin bedenimizden daha çok üşüdüğü Şubat ayı gelse ve biz ne zaman şehadet deyince aklımıza düşen bu yiğit şehitlerimizi ansak bu cümleleri hatırlarım ve daha çok hayran olurum onlara. Şehadet denince akla gelen olmak ne güzel değil mi? Bu insanlar şehadeti öyle bir kuşanmış, öyle çok istemiş ve öyle güzel yaşayıp öyle güzel şehit olmuşlar ki, şehadetle bütünleşip öyle kazınmışlar yüreklerimize. İşte yine bir muhasebe: Bu dünyada “insan” denince hatırlanmıyorsak, “müslüman” denince hatırlanmıyorsak, “şehadet” denince hatırlanmayacaksak niçin yaşıyoruz?

Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre efendimiz (s.a.v): “Her kim, samimi olarak Allah’tan şehit olmak isterse, döşeği üzerinde ölse bile, Allah o kişiyi şehitler mertebesine ulaştırır.” buyurmuştur. Şehit olmayı istemek nedir peki? Şehitlik yalnızca bir ölüm meselesi mi? Şehit Cevher Dudayev diyor ya hani: “Cihadı alnımızın çatına vurduk ve her sabah şehadeti koyduk duamızın başına.” O ne büyük aşk, o ne güzel istemektir ki biz onun şehit olduğuna şahit olduk. Yine efendimiz aleyhisselam: “Nasıl yaşarsanız o üzere ölürsünüz ve nasıl ölürseniz o üzere dirilirsiniz.” buyuruyor. Bu ifadelerden ve yukarıda bahsettiklerimizden anlıyoruz ki; şehitlik bir ölüm meselesi değil, aksine bir yaşam biçimidir. Ne zaman ve nasıl öleceğimizi bilmiyoruz, ama ömrümüzü nasıl ve ne üzere geçireceğimize Rabb’imizin bize bahşetmiş olduğu cüz’î irade sayesinde ve onun sınırları dahilinde kendimiz karar verebiliyoruz. İslam yalnızca sonuç dini değildir. Yalnızca süreç dini de değildir. Bu ikisi büyük ölçüde doğru orantılıdır. Mesele şehadeti yaşamaktır. İşte yaşadığımız hayatın anlamı, işte mevcudiyetimizin sebebi. Yüce Allah adımlarımızı istikamet üzere sabit kılsın. Amin.

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir