Şakir Zümre

Çok çalışmak başarmanın anahtarıdır derler. Halbuki çok çalışmanın başarısızlıklar doğurduğu da aşikardır. Adil bir dünyada yaşamadığımız herkese aşikârdır. Hele ki bazı dönemler çok daha adaletsizdir. Doğru siyasi görüşe doğru zamanda sahipseniz hedeflerinize yakınsınız demektir. Doğru fikirleri doğru zamanda dile getirmelisiniz. Doğru kişilerle doğru zamanda karşılaşmalısınız. Ama yine de yeterli gelmez. Doğru fikirleri doğru zamanda doğru kişilerle gerçekleştiriyor olmanız başarılı olduğunuz anlamına gelmez. Sizinle aynı fikirde, yaptığınızı gönülden destekleyen ve tüm çıkarları sizinle örtüşen insanlar tarafından engellenebilirsiniz. Hatta çoğu zaman onlar tarafından engellenirsiniz. Uzun yaşanmışlıklar size çok çalışmanın başarı getirmediğini ispatlayacaktır. Eğer daha ispatlanmamışsa bu hayatınızda, yeterince uzun yaşanmışlığınız yok demektir.

Bir genelleme yapacak olursak çok çalışma ile başarı elde etmiş az sayıda insan görürüz. Onları da şimdi motive olun, onlar kadar çok çalışın bilmem ne olsun diye sayacak değilim. Tek olanları zaten sayanlar çok olacak. Ders vermek için uydurulduğu aşikâr olan şu meşhur hikayede Hitler ve Stalin bir barda otururken -ki Hitlerin içki içmeyen bir adam olduğuna dair rivayetler vardır- bir adam onları tanır. Hitler bu adamı Stalin’e gösterir ve bir şeyler söyler. Sonra tedirgin olan adama yaklaşır ve sorar Hitler: “Ne konuştuğumuzu merak ediyorsun değil mi?” Karşısında Hitleri ve Stalin’i beraber bir barda gören adam, üstelik Hitler’in de içmediğini ele alırsak, gayet korkmuş bir şekilde gayrı ihtiyari onaylayan bir hareket yapar. Hitler: “Bir milyon yahudiyi ve bir ayakkabı tamircisini öldürmeyi planlıyoruz!” deyince adam tüm bu dehşet verici tabloda iki diktatörün kendisine dostça yaklaşmasının verdiği şok ile “Bir ayakkabı tamircisi mi?” diye sorar. Hitler Stalin’e dönerek şu ünlü sözü söyler: “Kimsenin bir milyon yahudiyi önemsemeyeceğini sana söylemiştim!” Burada az çalışma ile ünlü olmuş bir ayakkabı tamircisi vardır. Bu hikayeyi duyan herkes tarafından bilinen ve yerinde olmak istenen bir ayakkabı tamircisi. Ama onun yerinde olmaktansa çalışıp çabalayıp bir milyon yahudiden biri olmaya çalışan insanlar tarafından yerinde olmak istenen bir ayakkabı tamircisi.

Çoğunluğun parçası olmak zor gelir fikirlerimize ama bedenimiz ve davranışlarımız bizi çoğunluğun bir parçası yapmak ister. En iyi bildiğimiz şey ise ideallerden nasıl vazgeçilebileceğidir. Çok kolay vazgeçeriz hedeflerimizden. Aslında bize zor gelen bir süreç sonunda vazgeçeriz hedeflerimizden ama çoğunluğun bir parçası olunca aslında bize zor gelen sürecin o kadar da zor olmadığını fark ederiz. Aynı hedef ve misyon ile yola çıktığınız insanların “neden, niçin ve nasıl” sizi yarı yolda bıraktığını anlamazsınız bile. Hatta bazen sizi yarı yolda bırakmalarını istersiniz size karşı olmamaları için. Aynı hedefe aynı misyon ile yürüyen kişiler birbirlerinin açığını da aynı derecede bilirler. Bir zamanlar oy vermeye karşı olan bir topluluğun içerisinde yer alan bir siyasetçi eski topluluğundan oy istemez. Neden; çünkü bir zamanlar taşıdığı misyona vakıftır. Onları tanıdığı için, onları oy vermeye nasıl mahkum edeceğini planlar ve uygular. Hayatta çabaları başarısızlığa çeviren şey zaten bizimle aynı yolda başlayıp sonradan taraf değiştirenler değil midir? Eğer inandığımız ve uğruna çabaladığımız şey konusunda ciddi isek genelde böyle bir sıkıntı ile karşılaşırız. Yoksa boş yere tek ideali belli menfaatler olan misyon yoksunlarını dert etmemek gerekir. Bunun niçin yapıldığını çoğunlukla kavrayamayız, kavrayabilecek olsak bizde belki o yolda olurduk.

Başarmak arzusuyla attığımız her adım belki de büyük bir başarısızlığın bir parçasıdır. Ne kadar çok yürümüşsek hedeflediğimiz yolda, belki de o kadar çok büyük hüsrana uğrayacağız. Neden bilinmez sonra, içimize sindireceğiz bu durumu. Başlarken nasıl bir motivasyon ve hayal ile başladığımızı unutup -unutmasak da- artık eskisi kadar önemsemeyip gömüleceğiz derin sessizliğimize. Eski ihtişamlı rüyalardan rüsva edici gerçeklere göz açacağız. Her güzel şey elbet bir gün cezalandırılacak. Bu kabul etmemiz gereken bir durum. Hangi coğrafyada yaşadığımızın bir önemi olmaksızın her güzel şeyin cezalandırılacağını unutmamalıyız. Bu dünyada cezayı çekenler zaten bunun farkında, bunun farkında olmaksızın kendi hayallerini gerçekleştirip güzellikler içinde olduğunu zannedenler de bir gün cezayla karşılaşacaklar. Ya çok bekleyip bu dünyada ya da çok beklemeden diğer dünyada! İnsanoğlunun üzerine yapışan bir lanet midir bu? Yoksa kişiye insan olduğunu hatırlatan bir müjde midir? Bilemem!

Nedenini ve nasılını gayet ve net anladığım, başı ve sonu aşikâr, mükerrer bir roman gibi. Anlaşılır, klişeleşmiş, klişeleştiği kadar klasikleşmiş de… Neden sorusuna sayfalarca cevap bulduğun. Yapılması için kimsenin itiraz etmediği, hemfikir seslerin yükseldiği ve yüreklendirici adımların atıldığı. Nasılı da gayet net ve tertipli bir şekilde intizam edilmiş -zira bazı intizamlı ama muğlak, tertipsiz olaylarda cereyan etmekte bu hayatta- şekilde anlaşılır. İşin sonu “ya ne olacaktı ki”ye varan, ötesini hayal etmenin saçmalık olduğu kanısına kapılmışlık sendromu. 

Ama niçin sorusuna sanırım hiçbir zaman cevap bulamayacağım. Niçin böyle başlayan her şey şöyle bitmeli(!) Niçin bunlar bunlar yapılır her zaman(!) Niçin böyle bir soru sormak lüzumu hissetmiştir insanlık(!) Ve Neden, niçin var? Nasıl, niçin var? Niçin, ama Niçin(!)


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir