Abdurrahman Kıroğlu

Seçimlerimizdir bizi var eden, diyordu bir düşünür. Bilmiyorum üzerine ne kadar düşünmüştür. Yahut üzerine düşünürken gerçekten haklı gerekçeleri var mıdır? Elbette ki her fikir kendisini ileri sürene göre üzerine düşünülmüştür ve haklı gerekçeler barındırmaktadır. Lakin gerçekten seçimlerimiz midir bizi var eden? Aslında bu sorudan önce cevap bulmamız gereken soru, seçim dediğimiz şeyi gerçekten yapan biz miyiz? 

Bu seçim yapma konusunun birden fazla yanı vardır. Meselenin aslı ise özgür irade ve zorbalık mevzularıdır. Aslında özgür iradenin de ne kadar özgürlük ifade ettiği tartışmalı olsa da onu başka zaman konuşuruz. Seçim mevzunun ilk yanı gerçekten özgür seçim yapabilecek bir tarafsızlığa sahip miyiz? Mesela “çay mı tercih edersin, kahve mi?” sorusuna vereceğimiz yanıtın özgür bir yanıt olduğunu söyleyebilir miyiz? Büyüdüğümüz ortam, ailemizin ve çevremizin içeceklere bakış açısı, hangi içeceğin sosyal çevremizde daha çok içildiği ciddi oranda bu sorunun yanıtını belirleyecektir. Bir de sürekli olarak kullanmak zorunda bırakılıp sonunda yüksek dozda olmasa bile geliştirdiğimiz bağımlılık mevzuu var! Çocukluktan beri kullanageldiğimiz kafein ve tein miktarları ile farklı oranlarda bağımlılık yapan bir içeceği diğerine tercih etmek ne kadar özgürce bir davranış olacaktır? İşin bir de bize takdim edilmesi yönü var! “Çay mı, kahve mi?” sorusu aynı zamanda başka içecek alma özgürlüğümüzü kısıtlamaktadır. Yani bir seçim yapmamız değil bizim için seçilene razı olmamız isteniyor. İşte bu zorbalık da kısmi bir darbe olmuyor mu? “Çay mı, kahve mi?” gibi masum bir sorunun altında çoğunlukla art niyetli bir darbe fikri yatmaz. Büyük ihtimalle imkanlar bu iki tercihe el veriyordur.  Lakin bu masumiyet de tercihin ortadan kalktığı gerçeğini değiştirmez. Meseleyi bizi seçimlerimizin var ettiği ön kabulüyle ele aldığımız için varlığımızı etkileyen bir seçimin gerçek seçim olmasını bekliyoruz. Yani bize iyi niyetli yahut art niyetli dayatılan tercihler aslında bir seçim yapmamızı engellemektedir. 

Öyleyse yapmaya mecbur olduğumuz şeyleri de birer seçim olarak sayacak mıyız? Meselenin aslı çoğunlukla dini bir yöne kaymak zorunda. Var olduğumuz ailemizi seçemediğimiz gibi bizi seçenler de onlar değildir. Bu seçimsizlikler içerisinde çoğunlukla bizi kabul edip etmeme konusunda da bir seçim gösteremezler. Doğal olarak seçimlerimiz sandığımız şeylerin büyük bir kısmı kaderimiz oluyor. Yahut başka türlü açıklayacak olan varsa buyursun hodri meydan diyelim. Lakin bu sadece, bu bizim kaderimizdir, diyerek işin içinden çıkabileceğimiz bir durum değildir. Aynı şartlarda, aynı durumlardan geçen insanların farklı kişiliklere büründüğünü de bilmekteyiz. Yani, bu benim kaderim, diyerek de seçim yapmaktan ve seçimlerinizin sonuçlarından kurtulamayız. Şubat ayında dergimizin de geç çıkmasına sebep olan deprem her birimizin malumudur. Depremler bizim seçimlerimiz değildir. Tam olarak tarihini, yerini ve şiddetini de tespit edemediğimiz için çoğunlukla kaderimizdir deriz. Evet zaten bereketli hilal denilen bu coğrafyanın kaderi depremlerle örülüdür. Peki yüksek şiddetli depremlerle yerle bir olan binalar kaderimizdir diyebilir miyiz? Elbette ki bunu da deriz. Peki bundan dolayı “suçlu kaderdir” demek ne kadar mantıklı olur? Kader mevzuna girdiğimizde işin artık başka dini yönleri devreye girecektir. Tedbir ve tasarruf denilen, yapılması gereken şeylerin yapılması gerektiği şekilde yapılıp yapılmaması mevzu. Yani kaderimiz olan deprem için alınması gereken tedbirler alınmış, atılması gereken adımlar atılmış mıdır? Tasarruf edilmesi gereken çaba cari hale gelmiş midir? Deprem kader olabilir, yıkım da kader olabilir! Lakin tedbirsizlik ve tasarrufsuzluk bir suçtur. Bu suçu paylaşan herkesin başka tedbirsizlik ve tasarrufsuzluğa mahal vermemesi için önleyici cezalara çarptırılmaları gerek. Zira kader inancımız tedbirsiz ve tasarrufsuzların suçlu olduğunu söyler. Öyleyse ceza almaları gerekir. Peki ceza almazlarsa ne olur? O zaman gerçekten topyekün tedbirsiz ve tasarrufsuz olduğumuz için yıkım gelecekte de kaderimiz olur! 

Seçimlerimizi bu minvalde ele aldığımız zaman aslında doğru seçimlerin birer zorunluluk olduğunu görürüz. Yani kadere boyun eğmek doğruların darbesini tercih etmek anlamına gelmektedir. Doğruyu tercih etmek diye bir mevzu konuşulur mu hiç? Doğru zaten tercih edilmesi gereken şeye verdiğimiz isimdir. En belirgin örneği İslam Dini’dir. Hak, hukuk ve adalete mantık ve vicdan çerçevesinde yaklaşan herkesin en sonunda kabul edeceği gerçek İslam’dır. Avrupa ve Amerika’da buhrana girenlerin İslam’a dönüşleri biraz da bu sebepledir. Peki İslam bir tercih midir? Hak, hukuk ve adaleti mantık ve vicdan çerçevesine isteyen herkes için bir zorunluluktur. Yani doğru dediğimiz şeyin kaderi İslam’dır. Aksi çok fazla örneklerle ispatlanabilecek olan muhal bir durumdur. Bugün pozitivizmin kurucularının daha yaşanabilir bir hayat felsefesinin temellerini attıklarını iddia edip intihar etmelerini de bu sebeple görmekteyiz.

Mesele uzun bir meseledir. Ne, nedir ve neden? Bu sorular bitmeyecek lakin tercih etmek zorunda hissettiğimiz yollar sonunda bizi yolun sonuna götürecek. Unutmadan tercih meselesinde Said Nursi’nin bir sözünü anmadan geçemeyeceğim. Kelimelerimi de bu sözler ile bitirmeyi daha uygun görüyorum:

“İnsan kaderinin kaderidir.”

Vesselam…


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir