Zeynep Vayiç

Abdurrahim Karakoç, halihazırda kelimelerle haşır neşir olan bir ailenin içine, 1932 yılında dünyaya geldi. Dedesi, babası ve kardeşleri de şair olan Karakoç küçük yaştan itibaren şiire büyük ilgi duydu. Öyle ki ilk şiirleri kitap olacak hacimdeyken beğenmeyip yaktığına dair bilgiler mevcuttur. Biz onu duygusal Mihriban şiirinden tanısak da kendisi 27 Mayıs Darbesine tanıklık eden bir şair olarak dönemin şartlarından dolayı baskı, haksızlıklar, demokrasi(!) gibi kavramlar hiciv türü şiirlerine kaynaklık etmiştir.

Edebiyatımıza ve gönlümüze taht kuran gizemli şiirinde bahsettiği gibi aşka hudut çizilmediğinin bir kanıtı olarak şiir de, hikayesi de bu coğrafyalara sığmıyor. Özellikle bestelendikten sonra Azerbaycan ve İran’da oldukça sevilen bir parçaya dönüşüyor. Peki lambadaki alevi üşüten, kalemi elden düşüren Mihriban kim? Gerçekten böyle biri var mı?

Mihriban isim olarak sembol bir isim. Fakat şiir hayalen yazılmış bir şiir değil. Tabi ki bir hatıraya dayanıyor, gençlik hatırasına. O gün yazılmıştır, ama ondan sonra da yazılması mümkün olmayan bir şiirdir.” diyor bir röportajında eserin sahibi Abdurrahim Karakoç. Bahsettiği gençlik hatırası Karakoç’un köyündeki düğüne Maraş’tan misafirlerin gelmesiyle başlar. Misafirlerin içerisinde Şehriban isimli güzel bir genç kız vardır. Karakoç’un Mihribanı… Mihriban kelime karşılığı olarak güler yüzlü, merhametli, şefkatli gibi anlamlara gelmektedir. Şairimiz sevdiği kadına bu ismi vererek hem sevgisinin nahifliğini göstermiş hem de yazdığı şiirleri direkt kendi adını vermeyerek çıkabilecek dedikodulardan onu korumak istemiştir. Mihriban misafir olarak kaldıkları o dönemde Karakoç’un tanışma isteğine karşılık vermiş olsa da bu görüşmeler kısa sürmüş, ailesi Kahramanmaraş’a geri dönmüştür. Günden güne Karakoç’un eridiğini gören ailesi Maraş’a kızı ve ailesini bulmaya gider. Aileye durumu anlatırlar fakat kızın yaşının küçük olduğunu ileri sürerek aile bu izdivaca izin vermez. Karakoç ailesinin ısrarı üzerine ise kızının başkasıyla nişanlı olduğunu, yakında evleneceğini söylerler. Bu durum üzerine oğullarına böyle bir evliliğin mümkün olmadığını, unutması gerektiğini söyler aile ve Abdurrahim Karakoç’un kaleminden gönlümüze taht kuran o dizeler dökülür…

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban!

Eser bu kadar çok sevilince haliyle ona dair hikayelerde artıyor. Yeğeni Oğuz Karakoç da bir röportajda bu konuya değinmiştir. Onun söylediğine göre ise çiftimiz bir etkinlikte tanışıyor evet, fakat sevdaları karşılıklıdır. Hatta Mihriban şiiri çiftin birbirlerine sürekli olarak yazdıkları mektupların birinde kaleme alınmıştır. Şairimiz mektuplarla alakalı ise şöyle söylüyor: “O bana mektup yazardı ben ona yazamadım. Elin kızının evine mektup mu gönderilir, ayıptır. Yaşadığı şehirde bir gazete çıkardı, ben o gazeteye şiirler yazardım. Herkes şiir diye okurdu ama Mihriban bilirdi ki kendine mektuptur onlar.”

Bu mektuplaşmaların birinde ise Karakoç “Artık unutalım bunları.” der. Karşılık olarak ise “Unutmak kolay mı?” diye cevap gelir. Bunun üzerine ise Unutursun Mihriban şiiri kağıda dökülmüştür.

Yıllar sinene yaslanır
Hâtıraların paslanır.
Bu deli gönlün uslanır…
Unutursun Mihriban’ım.

Velhasıl hikayenin aslı Mihriban ve Abdurrahim Karakoç arasında kalacak olsa da yine kavuşamayan aşıkların acı meyvesi, halkın gönlünü süsledi diyebiliriz. Ama biz yine de kavuşmaya bakalım sevgili okur. Zira yeterince acımız var zaten. 


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir