Habibe Basatemur

Tutulabilir bedenler zindanlarda. Aç susuz bırakılabilir, karanlığa, soğuğa mahkûm edilebilirler.

Mahkûmiyet süresi bir gündür kimi için, kimi için bir ay, kimi için bir yıl, kimi içinse müebbet.

Bedenler tutsak edilebilir edilmesine de peki ya ruhlar? Bir insanın ruhu tutsak edilebilir mi? Sahi ruh elle tutulur, gözle görülür bir unsur mudur ki hapsedilsin bir zamana veya mekâna…

Kim görmüş de yakalayıvermiş şimdiye kadar bir ruhu Azrail (a.s)’den başka…

Hakikat şudur ki; kimseler hapsedemez bir insanın ruhunu bir zindana kendinden başka. İnsan en ağır şekilde yargılar ve gönderir ruhunu en derin karanlıklara. Büyük büyük güçlerin, topların, silahların tutsak edemediği o ruhu kişi kendi eliyle mahkûm eder zifiri karanlığa.

Ruh bir kez tutsak olmaya görsün iflah olması pek zordur. Ve bu tutsaklık beraberinde acıyı da getirir. Ruhun canı acıdıkça da can yakmak ister bazen. Bazen de hiç kimse göremez onu hiçbir yerde, cebelleşir durur kendiyle.  Görünürde kimseye değil sadece kendinedir zararı. Lakin sevdiklerinin de canı yanar o yanan canı gördükçe. 

Mahkûm olan ruh kendinden vazgeçer ilkin. Sevemez kendini, kendini sevemeyen sevebilir mi bir başka kimseyi, kimseleri?

İyilik yapmak da kendisine iyilik yapılması da manasız gelir. Merhamet diye bir şey gerçekte yoktur. Menfaatlerdir yapılan birçok şeyin gerçek sebebi. Nedensiz bir güzellik yapamaz biri bir başkası için. Hâl böyleyken bu yaralı ruhun ahvalini soracak olursak aslında kendisi de istememiştir ruhunu böyle bir bilinmezliğe mahkûm etmeyi. Ancak olan olmuştur, tüm pişmanlıklar beyhudedir artık. 

Mahkûm ruhlardan bahsettik bahsetmesine de peki biz bu işin neresindeyiz? Neresinde miyiz? Tam olarak ortasındayız her birimiz. Ve önümüzde iki yol var. Ya bu durumdan ‘bize ne’ diyerek çekip gideceğiz; ya da “Nerde kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim” diyeceğiz Akif misali. Çekip gitmek kolaydır. Kolaydır kolay olmasına da soralım şimdi her birimiz kendi vicdanımıza; ruhu zindanda olan çoğu insan uzanacak bir el ve kendilerini yargılamadan dinleyecek bir yürek beklerken yakışır mı kalbi olana çekip gitmek? 

Cevabımız değişkenlik gösterse de değişmeyen bir gerçek vardır o da şudur ki; mahkûm olan ruhların kendi kendilerine içinde bulundukları zindandan çıkmaları çok zordur. Uzanacak samimi bir el bu zorluğu aşmak için vesile olabilir.

Hâl böyle iken vicdan sahibi olanlarımız için yol bellidir. Yola revan olmak ve bulmaya niyet etmek. Çok mu zordur peki bulmak? Evet zordur zor olmasına ancak bulanlar arayanlar değil midir? Bu zorlukla beraber aradığımız bu ruhlar uzakta değillerdir çoğu zaman.  Gördüğümüz yerde kimimiz deli diye yaftalarız, kimimiz bencil, kimimiz gamsız hatta bazen de insan dışı varlıklar olarak niteleriz. 

Biz böyle niteleye duralım unutmamamız gereken bir hakikat vardır o da şudur ki; her birimizin ruhu bir gün bilinmedik bir zindana mahkûm olmaya adaydır. Zira gün gelir ruh daralır, işlerin içinden çıkamaz duruma gelir tam bu anda tutunacağı bir dalı yoksa karanlıklarda kaybolması an meselesidir.

Dünya sadece “ben”den ibaret değildir. Sadece “benlik” için yaşamak dünyadan sadece geçmektir. Bir başkasına uzanan el olabilmekse, dünyada gerçek manada var olmaktır, insan olmanın gereğini yerine getirmektir. Kimin nerede hangi ruha dokunacağı bulunduğu mekâna ve zamana bağlıdır. Herkes en iyi kendi bilir, bildikten sonra geriye sadece o eli uzatmak kalır. Peki sonra sonuç ne mi olur? O artık bizlik bir mevzu değildir. Vesselam…

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir