Abdurrahman Kıroğlu
Bir lisan bir insan demektir, demiş eskiler. Her bir insanın ise ayrı bir âlem olduğu bilinmektedir. Allah Rasulü’nün(sav) de bir insanı kazanmanın bütün âlemi kazanmak, bir insanı kaybetmenin de bütün âlemi kaybetmek manasındaki sözlerinde her bir âdemin bir âlem olduğuna işaretler vardır. Her âlem ise kendi lisanını geliştirir. Her âlemin kendi iletişim şekli vardır. Bugün her bir hayvan türünün farklı şekillerde iletişim kurdukları, kendi türleri içerisinde bir dilleri olduğu aşikar hale gelmiştir. Hatta bu dilleri çözmeye meraklı olan insanların telefon uygulamaları ile kedi miyavlamasını, köpek havlamasını insan sözcüklerine çevirmeye çalışması ve bir oranda başarılı olması hepimize aşikârdır. Bitkilerin dahi kendi türleri arasında anlaşmak için bir iletişim sistemlerinin olduğu da bilinmektedir. Bazı bitkiler kökleriyle, bazıları yapraklarıyla, bazılarıysa koku ile iletişime geçmektedir. Yani her bir canlı bir lisan geliştirmiştir.
Akıl seviyesinde ciddi anlamda gerimizde kalan canlıların her bir türünün kendi içinde farklı bir iletişimi yani lisanı olduğunu görüyoruz. İnsanoğlu olarak ise bizim dil ile tüm insanların ortak bir iletişim aracı vardır. İlk insandan beri süregelen bu iletişim şekli insanı birçok canlıdan farklı bir konumla konumlandırmıştır. Zaten bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz bu iletişim biçiminde gelişmeye açık olmamızdır. Her ne kadar birbirinden bağımsız lisansların konuşulduğunu söyleyecek olsalar da bunun içinde dahi önemli benzerlikler olduğu görülmektedir.
Benim değinmek istediğim mevzu bu değildir. Her insanın bir âlem olduğu göz önüne alınırsa her insanın ayrı bir lisanı olması gerekmektedir. Yani her insanın iletişime açık olacağı bir tavır ve tutum vardır. Nasıl ki bir âlemle irtibata geçmek isteyen o âlemin lisanına bürünmelidir, insan için de durum böyledir! Bazen aynı kelimeler ve aynı dil ile konuşmakla beraber iletişim sorunlarının baş göstermesi buradan kaynaklanır. Lisanı hâlinde içinde olduğu bu durum bir âlem olan insanın lisanını belirler. Canlılar içerisinde aklını faydadan başka bir amaç için kullanan insandan başka kim vardır? Hiçbir canlı kendisini zarara sokacak duruma akıllı bir şekilde girmemektedir. Aklını gölgeleyen bir acı olmadıkça hayvanlar normal davranışlarından şaşmamaktadır. Nesillerini devam ettirmek için yine çocuklarını doğal bir dürtü ile korumaktadır, insanın çoğu zaman yaptığı gibi çocuğunu sonucu kesinlikle yanlışa varacak yola sevk etmemektedir. İnsan içinse normal diğer canlılara göre anormal bir durum seyrinde devam etmektedir. Normal dediğimiz durum her insan için farklı ölçütlerle var olmaktadır. Her insanın normali diğeri için farklılık arz etmesi bu lisan farklılığından kaynaklanmaktadır. Lisanları tutan insanlar için farklı farklı söylemler geliştirilmiştir. Yıldızı tutmak, kalpleri anlaşmak gibi tabirler ortak lisana ulaşan insanlar için kullanılır. Anlaşmak için konuşmanın gerekmediğini ilk söyleyen biz değiliz elbette ki. Bilimsel anlamda da frekansların tutması gibi birtakım ifadeler kullanılmaktadır. Esasında anlatılan, anlatılmak istenen şey hep aynıdır.
Aynı fikri paylaşmak da çoğu zaman sağlıklı iletişim için yeterli değildir. Aynı yolun yolcusu olan nice kişinin de aynı lisanı konuşamadığı bir gerçektir. Belki de çoğunlukla dinlemek değil de konuşmak dert olduğu içindir. Herkes kendini ifade etme derdine düşmüş. Herkes kendini anlatma derdinde. İyi bir dinleyici olma özelliği çok zamandır kalkmıştı zaten aramızdan. Dinleyiciliğin öneminin kalmadığı şu günlerde ne anlatmanın bir önemi olabilir ki? Düşüncelerimizin düşmesinden endişe ediyoruz. Halbuki belki de düşünce kıymetli olacaklar. Fikirlerin kıymetli olması onları dinleyecek olanlardan kaynaklanır bir nebze. Lakin iyi dinleyicilerin olmadığı yerde fikirlerin dillendirilmesi önemsiz bir hale gelir. Bu nedenle kelimelerimiz manipüle edilip fikirlerimiz düşüncelere devşirildi. Dinleyici kültürünün en güzel örneklerinden olan Anadolu irfanını okur-yazarlık oranlarına kurban ettik. Osmanlı’da yüzde 30 civarı olarak sayılan okur-yazarlık oranının istiklal harbiyle yüzde 10’un altına dahi düştüğü söylenmiştir. Rakamlarla aynı lisanı konuşmadığımız aşikardır. Okumak ile yazmayı eşdeğer saymak zaten ne kadar doğrudur tartışılır. Osmanlının çoğunun yazarlığı olmamakla birlikte okuma bilmemesi çok inanılır değildir. Zaten herkesin yazar olmasını beklemek de çok mantıklı bir durum değildir. İddia ortaya atan kimse de Osmanlının sade yüzde 30’u Kur’an okumayı biliyor demez. Hatta medrese, cami ve sübyan mektebi kayıtlarından bilindiği kadarıyla neredeyse Kur’an okumayı bilmeyen yoktur. Hatta bazı sübyan mekteplerinin 4 yaşında başladığı dahi kayıtlarda mevcuttur. Mesele Kur’an okumaya gelince okuma oranın bir önemi olmadığını görmekteyiz. Günümüzde yayınlanan okur-yazarlık oranı ise yüzde 97,4 dür.
Oranları kıyasladıktan sonra ortaya çıkan edebî ürünleri incelediğimizde durum beklenenin dışında gerçekleşiyor. Divan edebiyatının edebî niteliği ve estetik kaygıları elbette ki günümüz edebiyatıyla kıyaslanamaz niteliktedir. Okur-yazarlık oranımız arttıkça edebî niteliğimizin maalesef düşüşe geçmesi lisan sorunumuzun temeli niteliğindedir. Divan edebiyatında okuryazarlığının olmadığı bilinen Salih Baba’nın divanı ile günümüz yazarlık iddiasındakilerin ortaya koydukları ürünlerin kıyası dahi olmayacağı aşikardır. Salih Baba’nın okuryazarlığı olmamakla birlikte Nakşi Derhanın müridlerinden olduğu bilinmektedir. Yani okur-yazar olmamakla birlikte iyi bir dinleyicidir Salih Baba. Bu dinleyicilik onu bir lisana ortak yapmıştır. Hatta ortak olmaktan da öte neredeyse köşe taşı olarak sayılabilecek birisi olmuştur.
Mevzunun uzadığının, dallanıp budaklandığının farkındayım. Lisanı hâlimizde dermanımız az kalmıştır. Söylenecek çok şey varken dinleyecek az kişinin olması bir mevzuyu bitirmeden diğerine geçmemizi mazur kılar mı bilmem. Bize lazım olan beliğ bir söz olsa gerektir. Arzu hâlimizin lisana döküldüğü en beliğ kelam elbette ki aşikardır. Öyleyse laf kalabalığını keselim ve son söz mahiyetinde ilk söylememiz gerekeni söyleyelim.
“Anlat! Eğer anlatman fayda verecekse!”(A’la Suresi 9. Ayeti Kerime)
Vesselam…
0 yorum