Abdurrahman Kıroğlu
Dilciler neden sürekli etimolojik kökene inmek isterler? Bunun basit bir tarifi vardır. Kullanılan bir kelimenin kök anlamı kelimenin temelini oluşturur. Toplumların ortak bilinci ise bu temellerde saklıdır. Dilciler bu nedenle gördükleri kelimelerde gizliden bir bilinç arar. İrfan dediğimiz şey bu noktada durur. Her şeyde bir bilinç görmektir irfan. Bu nedenle köprüler kurmak üzerinedir Anadolu’nun irfan anlayışı.
Etimolojik olarak bakıldığında belki de en zor köküne ayrılabilecek bir kelimedir köprü. Üç bin yıl gibi bir süredir kullanılmakta olan ve çok az değişime uğramış kelimedir. Kelimeler ne kadar uzun süre kullanılırsa toplum hafızasında o kadar yer edinir. Kökü derinlerde kalır. Bir ağacın köküne ulaşmak için toprağı kazmak gerekir. Toprağa, çamura katlanacağını bilerek. İşte dilciler de böyle kazmaya başlar. Bir çınar gibi köklü kelimeler içinde olabildiğince derin kazmak gerekir. Köprü kelimesinin kesin şekilde kökü şudur diyeni göremedim. Edebiyatçılar kesin bilmedikleri sözlerde dahi kesin konuşmayı severken, köprü kelimesinin köküyle ilgili kesin konuşulmadığını gördüm. En akla yatkın şekilde “köp-” kökünden geldiğini söyleyenler. Sonradan fiilden isim yapma ekiyle köprü halini aldığını söylemekteler. “köp-” fiili şişmek, kabarmak, yükselmek gibi anlamlara gelmektedir. Köprü kelimesini ise en genel anlamıyla ulaşım imkansızlığı yahut zorluğu olan iki yerin normal seviyeden yükseltilmiş bir şekilde ulaşımı mümkün kılan yapılar için kullanmaktayız. Yani köprü dediğimiz şeyde iki özellik aramaktayız; birinin normal seviyeden daha yüksek olması, diğerinin ise imkansızlığı yahut zorluğu ortadan kaldırması. Bu nedenle Anadolu insanı köprüleri gördükçe yapana rahmet okur. Bir insanın baba evinden ayrılıp başka eve geçme zorluğunu bildikleri için gelinlerin köprüden geçme adeti vardır. Hatta köprü kelimesinin kendisinde bir yükseklik ve zorluğu kaldırma olduğu için köprüyü geçene kadar ayıya dayı bile derler. İmkansızlıkları ortadan kaldırmak için böyle bir zorluğa katlanmanın bile gerektiğini böyle ifade etmişlerdir. Eski mimarlarda köprü yapmak gayet önemlidir. Öyle geçiş sağlansın diye de değil. Uzun yıllar boyunca kendisine biçilen görevi yerine getirsin diye. Hele ki Osmanlı gibi bir medeniyet mimarının kurduğu köprülere bakınca imkansızlıkların nasıl mümkün olduğunu görmekteyiz.
Aynı anlamı birçok şekilde yan anlamlara da çevirmiş durumdayız. Maddi köprülerle beraber manevi köprülerden de bahsetmekteyiz. Gönül köprülerinden, dil köprülerinden, kültür köprülerinden, siyasi köprülerden hatta maddi köprülerden dahi bahsedildiğini duydum. Sadece kavgalı iki tarafın barıştırılması gibi görülmemeli bu durum. Yan yana gelmesi imkansız gibi görünen iki tarafın ortak bir menfaat çerçevesinde bir araya gelmesini sağlayan durumlara köprü kurmak der olduk. Bu durumu da elbette suistimal etmeye çalışanlar da vardır. Lakin suistimal edilebilen bir konu olması köprülerin kurulmasından topyekûn vazgeçilmesini de gerektirmez. Yani bir deli dumrul köprünün birini işgal etti diye tüm köprülerden vazgeçilir mi? Yahut vazgeçilmesi mi gerekir? Tabi ki bu soruyu küçük bir alanda, dar ufuklarda soruyor değilim. Eğer tüm düşünce hayatımız boyunca tek bir köprü ile muhatap olacaksak ve o köprü de bir suistimal köprüsü ise durum farklıdır. Lakin tüm düşünce hayatımızı tek bir köprü ile sınırlamak ne kadar doğrudur? Asıl sorulması gereken soru budur belki de?
Bir de şu gönül köprüleri meselesi var! Herkesin üzerinde çokça durduğu lakin davranış bazında işlerin çokça değiştiği gönül köprüleri. Birbiriyle bir araya gelmesi konusunda aralarında olanaksızlık yahut ciddi sorunlar çıkaran bir engel olan iki tarafın sorunlarını ortadan kaldırmadan, sorunlarının üzerine inşa edilip birbirlerine ulaşmalarını sağlayan köprülerden bahsediyorum. Kimi zaman sorunun tek çözümü olarak görülse de köprüler, kimi zaman daha büyük sorunlara sebep olurlar. Köprüyü inşa edecek olan kişi yahut kişilerin dahil oldukları medeniyet çok önemlidir. Çünkü inşa edecek oldukları köprülerin türü ve niteliğini benimsemiş oldukları düşünce yapısı belirleyecektir. Sadece hızlı ve kolay köprü inşası düşünenlerin, bazen daha yapılmadan yıkılmaya mahkum köprüler yaptıklarını unutmamaları lazım. Yağmurlu bir diyarda yapımı daha kolay diye tahtadan köprü seçen birisine bunun kaç yıl iş göreceği sorulmalıdır. Elbette ki sadece yağmurlu diyardaki tahta köprü her zaman sakat olacak diye bir kaide yok. Seçilecek olan tahtanın türü de bu konuda önemlidir. Eldeki malzemeleri değerlendirmek ayrı bir şeydir, yıllara meydan okuyan bir eser ortaya koymak ayrı bir şeydir.
Gösteriş çağını yaşadığımız bu dönem maalesef ki olmadık işleri gözlerimizin önüne koymaktadır. Anlam kökü bakımından birbirine yakın iki kavramın bir araya gelmesiyle anlam kuvvetlendirilmekte, lakin söylenen şeyin söylendiği gibi yapılıp yapılmadığı sorgulanmamaktadır. Köprü ile aynı kökten gelen köpük kelimesi vardır. Köpük kabarık olan şey anlamına gelmektedir. Köprü gibi bir yükseklik ve kabarıklık ifade etmektedir. İki yüksek anlamlı kavram bir araya gelince ortaya pekişmiş ihtişamlı bir mefhum atılmış gibi görünmektedir. Halbuki köpükten yapılan köprüler ihtişamlı gibi görülse dahi ne kadar işlevseldir? İddia edildiği sonucu nasıl ortaya çıkarabilir? Yahut ihtişamlı görülmesi köpükten yapılan bir köprüye ne kadar itimat edilebileceği anlamına gelir? Eskilerin kurulan gönül köprüleri en sağlam bağlardan oluşmakta iken günümüz gösteriş çağının gönül köprüleri dahi köpükten yapılmaktadır. Değil kuvvetli fırtınalar, en hafif rahatlatıcı esintiler dahi bir tehlike olarak görülmekteler. Peki ya gerçekten ihtiyacımız olan bu mudur? Gerçekten köpükten mi köprüler?
Vesselam…
0 yorum