Hazal Keser

İnsanoğlunun yüzyıllardır uğruna birçok mücadele verdiği ve vermeye devam ettiği nice dertleri, savaşları, davaları oldu. Bunlardan biri de, özellikle  ‘Z kuşağı’ diye adlandırmanın moda olduğu 95-96 sonrası neslin diline pelesenk olmuş bir kavram; özgürlük. Sözlük anlamı; herhangi bir koşulla sınırlanmaya, zorlamaya, kısıtlamaya bağlı olmaksızın düşünme ve davranma durumu. Felsefi anlamı; insanın her türlü dış etkiden bağımsız olarak kendi istencine, kendi düşüncesine göre karar vermesi durumu. Ne kadar sığ bir yaklaşım değil mi? Özümüzden fazlasıyla uzak olan bu tanım yalnızca sözlüklere değil, zihinlerimize de yerleşmiş durumda. Bunu biraz açıp irdeleyelim bakalım içinden neler çıkacak. 

Bahsi geçen tanım doğrultusunda özgürlük için, istediğin saatte sokakta olabilmek, istediğini yiyip içebilmek, Twitter’da 280 karaktere istediğin düşünceyi sıkıştırmak, hiçbir zihinsel, ruhsal ve fiziksel engele takılmadan gönlünce hayal kurabilmek gibi örnekler verebiliriz. Bu açıdan bakıldığında ülkemizde yeri geldi istediğimiz kitabı okumak, istediğimiz düşünceyi ifade etmek, istediğimiz fikri yazıp çizmek, uğruna savaşarak elde etmemiz gereken özgürlükler haline geldi. Hatta artık öyle günler yaşıyoruz ki; sokağa maskesiz çıkabilmek, temiz havayı gönül rahatlığıyla ciğerlerimize çekmek, sevdiklerimize sarılmak, kalabalık sofraların etrafında buluşabilmek de birer özgürlük oldu. Bu örnekler bizi başladığımız noktaya getiriyor. Bu bakış açısıyla özgürlük; nefsin isteklerini sınırsızca yerine getirmek ve onu tatmin etmekten öte bir şey değil.

Aslında zihinlerimize özgürlük diye enjekte edilenlerin, bizleri özümüzden uzaklaştıran, nefsimize köle olmaya mecbur bırakan ve gelip geçici olan bu dünya hayatına daha çok bağlayan zincirlerden ibaret olduğunu, İsmet Özel’in deyişiyle “dünya hayatı tarafından yüceltilmiş bir tatmin bölgesinde uyuşmak”tan öte bir şey olmadığını görmek çok da zor değil. Yani aslında bu özgürlükler fazlasıyla sınırlı.

İnsan muhtaç olduklarına ya da muhtaç olduğunu zannettiklerine bağımlı yaşar. Doğduğu andan itibaren bağımlılıkları oluşmaya başlar ve bunlar hayatına yön verir. “Bağlandığın andan itibaren nereye gideceğini sen değil bağlılıkların belirliyor” diyor Tarık Tufan. 

Özgürlük zannettiğimiz ve elde etmek uğruna mücadele ettiğimiz bu zincirlerden kurtularak asıl özgürlüğe kavuşmak; yalnızca yaşadığımız hayatın anlamını kavramak ve mevcudiyetimizin sebebine yaklaşmakla mümkün.

Müslüman kişinin özgürlüğü özünde gizlidir. Özümüz, fıtratımız Rabbimizin bize bahşetmiş olduğu nice cevherler, nimetler tutar içinde. “Öz” diye hâlis ve gerçek olana deriz. Bir de bir şeyin “gür” olması, yani sözlük anlamıyla; “bol ve güçlü olarak çıkan ya da fışkıran” demek olan başka bir kavram daha var. Rabbimizin bahşettiği, öz’ümüzde var olan fıtri ve halis özelliklerimizin bolca ve güçlü bir şekilde içimizden fışkırarak ortaya çıkmasıyla olur bizim özgürlüğümüz. Bütün dünyevî zincirlerden, nefsin tükenmeyen bağımlılıklarından arınmakla olur. Özümüzü anlamak ve insan olarak aslında ne olduğumuz bilgisine ulaşmak da yalnızca Kur’an’ı ve sünneti yaşamakla mümkün olacaktır. İslam’ın mü’min kişiye koyduğu sınırlar, bizleri haramdan ve azgınlıklardan korumakla birlikte, yukarıda bahsettiğimiz “hayatın anlamını kavramak ve mevcudiyetimizin sebebine yaklaşmak” konusunda da zihnimizde ve ruhumuzda geniş bir alan açar. Bu sayede ve bu şartlarda özümüze döner, kendimizi buluruz. Özgürlük bahanesiyle bu sınırların dışına çıkmak; özümüzden kopmak ve varoluşumuzun anlamını yitirmek demektir. 

İnsan gerçekten özgür olduğunda, yani dünyevî bütün bağımlılıklardan kurtulduğunda onu zincire vuracak hiçbir şey kalmamış demektir. Asıl özgürlüğüne kavuşmuş kişi için, bağımlılık gibi görünen her şey birer imtihandan ibarettir. Yoksulluk, hastalık, zulm, esaret… Özgür insanın bunlardan öğreneceği birçok şeyi ve imtihanı hakkıyla verdiği takdirde kazanacağı bir ahireti vardır. İmtihanlar müminler için bir kurtuluş kapısıdır. İyi veya kötü her duruma imtihan gözüyle bakmak kurtuluşumuz olacaktır. Mü’min bir gencin evlenmesi onun imtihanıdır. Eşi ve çocukları, ailesi onun imtihanı, yani kurtuluş vesilesidir. Mü’min bir gencin bekar olması da onun imtihanıdır. Kendini haram olandan koruyarak bu imtihanı vermek zorundadır. Mü’min bir karı kocanın evlat sahibi olması onların imtihanıdır. O evladı hakkıyla yetiştirmek için gayret ederek, ondan gelecek her türlü sıkıntıya sabır göstererek bu imtihanı vermek zorundadır. O evladın hayırsız olması onların sabır imtihanıdır. Hayırlı ve düzgün bir evlat olması da, bunu kendilerinden değil Allah’tan bilerek ve yalnızca O’na şükrederek kibre düşmeme imtihanıdır. Mü’min bir karı kocanın evladının olamaması da onların imtihanıdır. Bu duruma karşı sabır göstererek ve isyana düşmeyerek bu imtihanı vermek zorundadır. Mümin bir kişinin hastalığa yakalanması onun imtihanıdır. Sağlık gibi hastalığın da Rabbinden geldiğini bilerek, sabırla bu imtihanı vermek zorundadır. Mü’min kişinin sağlıklı olması da onun imtihanıdır. Sahip olduğu sağlığın hakkını vererek ve şükrünü eda ederek bu imtihandan geçmek zorundadır. Velhasıl özünü idrak etmiş ve hayatının anlamını kavramış bir müslüman, yaşadıklarının iyi veya kötü, zor veya kolay olmasına bakmaz. İmtihanı hakkıyla vermenin gayretine düşer. 

Allah bizleri özgürlüğüne kavuşmuş, özüne dönmüş ve hayat imtihanını hakkıyla verebilen kullarından eylesin. Amin.

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir