Şakir Zümre
Bir kılıç sessizliğiyle dökülen kelimeler dağıtıyor dört bir yanı. Yeryüzü yağmurlardan ıslanmamış olsa gerek. Bunca hüznü hangi bulut taşıyabilir ki? Ne sevinç kalmış heybemde ne de literatürde bunu karşılayabilecek bir hece. Bilmem gecenin esintisi midir bu hâl, yoksa her anın gece karanlığına bürünmesinden midir? Umutlar dahi kötü ve daha kötü üzerine kurgulanmış.
Öyle zamanlardan geçer olduk ki “Kötü günler geride kaldı, daha kötü günlere yaklaşıyoruz.” der olduk. Nasılsa herkes iyiyi kötüyü kendisine göre tanımlayabiliyor. Neyin kötü, neyin daha kötü olduğu ile ilgili ortak bir fikir yok. Herkes kendi kârında, herkes kendi çıkarında. Belki de en büyük kötülük budur. Aynı kelimelerle aynı anlamları konuşamaz olduk. İşimize gelen konularda bizden hassası yok. İşimize gelmeyen konularda ise dünyalar yerinden oynasa kılımız kıpırdamaz bir hâldeyiz. “Kim ki bunlar?” diye soranları duyar gibiyim. Kim bunlar? Neden bu kadar yükleniliyor bunlara?
Bunlar insanlar. İnanın insanlara hak ettiklerinin çeyreği kadar bile yüklenmiş değilim. Şu son yüzyılda salt kötülükten başka ne sadır olmuş ki insanlardan? Kaç canlının neslini tüketmişiz? Kaçını tükenme sınırında bırakmışız? Kaç canlıyı kurtarmak için seferber olduk? “Ama!” diye haykıranları duymazdan geldiğimi sanmayın. İnsan kendi türüne karşı bu kadar insafsızken nasıl menfaati olmaksızın başka bir canlıya yardım etsin? Milyonların ölümünü izlerken kendini tatmine yarayan üç beş yardım ile söylenen şarkıdan barışa katkı sağlanabilir mi? “Hiç mi yapmasınlar?” diyenleri de duyar gibiyim. Riyakârlık bu dönemde moda olmuş. Elbette ki kendisine laf dokunan hemen inkar edip, kendisindeki güzel hasletleri övmeye başlayacak. Ne bir hayvan ölsün isteriz, ne de bir bitkiden sebepsiz bir yaprak koparılması taraftarıyız. Bırakın siteleri, gökdelenleri, alışveriş merkezlerini, kendisini hapsedilmiş gibi hissedecekse evinizin önündeki ağacın etrafına beton dökülmesine karşıyız.
Şehirleri beton yığınlarından ibaret zannedenlerin riyakârlıkları mide bulandırıyor sinekten fazla. Derdimiz budur! Medeniyetin üzerine beton dökenlerin, betonu medeniyet sanması gibi sancımız. Herkes sorunun farkında ama kimse bitsin istemiyor bu sancı. Yeşili ve ağaçları tarumar edenler bir maymun türünün amcasının oğlunu kurtarmakla övünüyor. Çünkü nasıl ki bazı insanlar daha eşittir, demek ki bazı hayvanlar daha bir kurtarılasıdır. Evi sökülen bir sincap mesela, türü tehlike altında değilse öldürülüp üzerine beton dikilebilir. Önemli olan daha eşit olan hayvanların bir haber niteliği taşıyıp sansasyona sebep olması.
Türü aslen kendileri tarafından tehdit edilmekte olan insanlar da tükenme sınırında olmadıklarını zannettikleri için birbirlerini tüketmeye devam ediyorlar. Mesela insan merak ediyor, neden dergimizin ‘Mazlum Coğrafyalar’ diye bir bölümü var? Bu bölüm kaç sayı daha devam edebilir? Neden hayvan hakları savunucuları mevzu bahis insanlar ve bazı hayvanlar olunca sessiz? İnsanların bazı hayvanlar kadar değeri yok mu? Yahut bazı kadınlar daha mı kadın ki kadın dernekleri tüm kadınların hakkını arama derdinde değiller? Finanse edildikleri kurumların değerlerine uyan kadınlar mı daha kadın oluyor? Sahi kadına kadın demek doğru mu? Neden elmaya elma, armuda armut, hayvana hayvan demekten çekinir bir hâldeyiz? Kalemlerimizin yazdığı kelamlar aynı gibi ama aslında hiçbirisi diğeriyle aynı değil. Kim daha güçlü ise onun kaleminin kelamı geçerli gibi. Kim daha baskınsa onun sözü muteber.
Bir kılıç sessizliği sarıyor her yanımı. Galiba kalan son kılıç bende olduğu için kılıçlar da artık sessiz. Kimseyi kesemeyecekse neden var olur ki bir kılıç? Sahi bazı kılıçlar daha mı kılıç? İnsanın neredeyse şairlere hak veresi geliyor. Allah’tan kılıcım var da şairlere hak veresi gelen yanımı kesip atabiliyorum. Çünkü insan bir defa şairlere hak verdi mi sonra olmadık şeyler peşinde buluyor kendini. Hayatın daha güzel olabileceğine dahi bir anlık inanıveriyor. Olmadık işlere ümit bağlamamak lazım. Kalemin yazdığı kelamdan sayılmıyorken şairlere hiç inanmamak lazım.
0 yorum