Abdurrahman Kıroğlu

“Yâ Hû!” diyelim sözümüze başlarken.

Eskilerden bir dua terennüm ediverdi dudaklarımdan içinde bulunduğumuz şehadetle özdeşleşmiş Şubat ayını hissedince. “Kaldır perdeyi aradan! ” Neydi bu perde, aradan kalkması için en üst merci olan Yaradan’a yalvarılacak kadar önemli olan? İki şeyi birbirinden ayırmaya yarayan malzemeye perde diyoruz genelde. Malzemenin türü kalın yada ince, şeffaf ya da kesif, soyut ya da somut olması fark etmez. İki şeyi birbirinden ayırmaya yaraması yeterlidir. Eskiler bilir ki gerçeklerle aramızda perde vardır. Kör nefis de bizleri sürekli perdenin bu tarafı ile oyalamaktadır. Gerçeklerle aramızdaki perde, bu dünyada bizim mutlu ve mesut yaşamamıza sebep olmaktadır. Nasıl ki evlerimizdeki perde güneşin içeri girmesine engeldir; eskilerin bahsettiği bu perde de hakikatin yalın şekilde aramıza girmesini engeller. Biliyoruz ki güneş ışığı sağlık için şifa olsa da fazlası kişiyi hasta eder. Hele ki yaz günleri öğle saatinde azı bile şiddetli hastalıklara sebep olabilmektedir. Yalın hakikat de bu şekilde insan için tehlikelidir. Yüce Rabb’imizin araya koyduğu perdeler ile hakikat süzülür ve bize zarar vermeyecek halde bize ulaşır. Bazen evlerimizin perdelerini kat kat çektiğimiz gibi, hakikat perdeleri de katbekat çekilir. Hatırlayalım, çocukken kaç sabah perdeleri açmadan televizyonu açtığımız için annelerimizden azar yedik? Televizyonun büyülü dünyası için güneşe ulaşmamızı engelleyen perdeleri açmayı unutmadık mı kaç sabah?! 

Tecrübeler azaldıkça, hakikate vakıf olacak aklın önünde çekilen engeller arttıkça, bu perdeleri unuturuz çektiğimiz yerlerde. Korunmak istenilen şey ne kadar tehlikeli ise, ondan korunmak için kullanılan perde de o kadar kalın ve kesiftir. Çoğu zaman perdeyi zamanında açmazsan açmak daha zor olur. Güvenle oturan, zamanla hareketi kendisine dert bilir. Kör nefis ise her zaman kısa vadede kolay olanı gösterir bize. Kör nefis denmesi ondandır, uzun vadede rahmet olanı göremez de hemen önünde gördüğüne kapılır. Hakikatin perdesi en kesif perdedir. Zamanla koyuluğu artar. Kim çektiyse bu perdeyi, yine onun gücü yeter açmaya. Eskiler bu sırra vakıf olduğu için “Kaldır perdeyi aradan!” diye dua ederler. Yalnız unutmayalım ki kendini karanlıkta bilen kişi ışığı arar. Hakikatin üstü örtüldükçe duyular insanı aldatmaya başlar. İlmin derler, elde edilme yollarının ilki istemektir. Perdeleri kaldırmayı istemeden hakikatin nuruna kavuşulmaz. Zaten kendisinin karanlıkta olduğunu bilmeyen, nuru nasıl istesin ki? 

Hakikat perdeleri aralandıkça, bu dünyanın çilesi başlar. Sahte olanın her şeyi sahtedir. Bu sahte dünyanın çilesi de sahtedir. Çünkü sonu huzura çıkar. Oturup ders çalışan öğrenciye, “Boşuna ders çalışma dersi çalışmayanlar geçer.” denir mi? Allah’tan korkusu olanların olduğu yerde denmez. İşte eskiler de bunu kendilerine sır bellemiş. Tecrübelerinin onlara gösterdiği ile bilirler ki hakikat bellediğimiz, hakikatten öte bir şeydir. Kimi zaman gerçek bildiğimiz, yalanların bize farklı terennüm etmiş halleridir. Perdeler aralanmadan gerçeklerle karşılaşıp karşılaşmadığımızı nerden bilelim? Güneş ışığını görmeden nasıl bilelim odun ateşinin sönük kaldığını? Hele ki günümüzde lümenlerle ölçülen lambaların aslında aydınlık olmadığını nereden anlayalım?

Her zaman kötü de değildir bu perdeler. Çoğu perde daha mutlu ve huzurlu yaşamamızı sağlar. Hatta bazen perdeler sadece yaşamamızı bile sağlayabilir. İnsanların işitmelerine koyulan perde, belki de en büyük nimet olan perdelerden birisidir. Belli frekanslar arasındaki sesleri duyabilmek bizi huzura yaklaştırır. Zaten insanların arasını da en çok duymamaları gereken şeyleri duymak bozmaz mı? Gözlerimizdeki perdeler de birer nimettir. Mikroskobik yakınlıkları görmeyerek yediğimiz, içtiğimiz ve dokunduğumuz şeylerde rahat ve huzurlu oluruz. Yoksa her elimize aldığımız yiyecekteki bakterileri görsek çoğumuzun hali nice olurdu. Çok uzak mesafeleri görememek de ayrı bir nimettir. On kilometre ötedeki vahşi hayvanları görerek korku içinde yaşamayı kim ister ki? Bir kilometre öteden geçen bir arabadan kim korkmak ister? Perdeler ayarında ise bize huzur getirir. Bir kilometre öteyi görememek nimet iken bir metre öteyi görememek ciddi bir eziyettir. Hatta hayatın huzurunu ciddi anlamda sıkıntıya sokabilecek bir durumdur. Yani perdeler olması gereken dengede olursa bizler için bir nimete dönüşürler. Gökyüzüne çekilen koskocaman perde bunun en bariz ispatı değil midir? Ozon tabakası dediğimiz bu perde, içerisinde farklı gazları barındırır. Oksijen dediğimiz, yaşamsal faaliyetlerimiz için önemli olan gaz, tam olması gerektiği kadarıyla bu perdeye koyulmuştur. Normalde azot gazını solumaya çalışan bir insan çok ciddi sağlık sıkıntıları yaşarken ozon tabakası dediğimiz perdeye oksijenden daha fazla azot koyulmasına rağmen dengenin mükemmel bir şekilde sağlanması bir nimete çevirmiştir bunu. Kim ozon tabakası denilen perdeyi kaldırın diyebilir? Yahut, “Ozon tabakasının değerlerini değiştirelim, bu tabakayı inceltelim yahut kalınlaştıralım.” diye kim ister? Aksine ozon tabakasının değerlerini korumak için dünya çapında önlemler alınmaktadır. Yani bu perdenin açılmasını da daha fazla kapatılmasını da istememekteyiz. 

Eskilerin “Kaldır perdeyi aradan!” sözüne tekrardan dönecek olursak burada hakikat bilgisini görmekteyiz. Farklı engeller ile engellendiğini bilen irfan sahipleri, bu engellere alışıldıkça engelin mahiyetinin unutulduğunu bilmektedirler. Hakikat olan hak yolu unutan insan, batıl yollara sapmaktadır. Bu perdeler kalktıkça hak yolu ve yapmasını gerektiğini hatırlayabileceği için perdelerin kalkmasını istemektedir. Elbette ki en büyük ve ehemmiyetli perde “len terani” perdesidir. Ahirette -yani gerçek hayatta- büyük bir mutluluk kaynağıdır. ”Kaldır perdeyi aradan!” demek, bir nevi “len terani” sırrına vakıf olmayı istemektir. Alçak bir ölümü hayat diye sürdürmektense, asil bir ölüm ile gerçek bir hayata kavuşma arzusudur. Çok zaman oldu kimden, nerede ve nasıl duyduğumu hatırlamadığım bir sözde, “Kişi ölümü nasıl temenni eder?” demişti bir gaflet eri. Ölümü temenni derken bahsettiğimiz şey şehadet idi. Bir kişi nasıl olur da kendisinin yahut çok sevdiği birisinin ölmesini isteyebilir? Hem de gönülden isteyebilir? Bu yaklaşım tamamen perdenin neresine baktığımızla alakalıdır. Perdenin kendisini esas alırsak ölüm bir son, huzurun ve anlamın bitimidir. Perdenin ötesine bakmaya çalışırsak, göremesek bile görenlere bakarak, ölüm dediğimizin bir kapı olduğunu ve bu kapıdan nasıl geçeceğimizin bizim için belirleyici olduğunu görürüz. 

Hatırlayalım Esma binti Ebubekir(ra) annemizi, oğlu Abdullah bin Zübeyir’e (ra) ne diyordu. Gözleri bu dünyada görmez olan Esma(ra) annemiz oğlunun üzerindeki zırha dokununca, dünyaların ötesini gören bir göz ve şuurla, “Şehadet isteyen birisi nasıl zırh giyer oğlum?” diyordu. Nesilleri ve çağları aşan bir öngörü ile. Aynı görüşe sahip Metin Yüksel namlı yiğit, bir Cuma namazı çıkışı fatih camii avlusunda kendisini öldürmeye gelen zihniyete karşı önlem almasını söyleyenlere, Esma(ra) annemizin benzeri bir görüşle karşılık vermiyor muydu? “Şehadet bir çağrıdır tüm nesillere ve çağlara” diye kanıyla imza atarken Metin Yüksel, hangi perde onu engelleyebilmişti?

Tüm perdelerin ötesini, şehadeti bilse kişi kim bilir nasıl ve niçinler ne hale gelirdi? Şehadet kavramını ve şehitleri kendisine perde yapanlardansa, perdelerin ötesini görmeyi ve perdelerin ötesine varma azmi olan şehadeti unutmasaydık kim bilir ne olurdu, nasıl olurduk? Ne yakını ne uzağı görebilir hale geldik sanki toplum olarak. Toplum olarak hafızamızı kaybettik sanki! Şehitleri dahi üzerinden rant kazanılacak bir meta olarak görmeye başladık. Perdelerin ötesine erebilmek ve şehit olabilmek için “Kaldır perdeyi aradan!” derken evlerimizdeki perdeleri de kaybettik galiba. Evlerimize çektiğimiz perdeler, özel hayatımızın mahremiyetini korumak için çekilmektedir. Yani tamamen ev sakinlerinin hassasiyetleriyle ilgili mecburi olmayan bir perde uygulamasıdır. Kültürümüzde evlerimizin mahremiyetinin ayrı bir yeri vardır. Eskilerimiz sıkı sıkı kaparken perdelerini, zamanla duaların amacı da unutuldukça, perdesiz evlere dönmeye başladık. Kaldır perdeyi aradan duası bir nevi kabul olmuş oldu. Duasını detaylandırmayan her insan gibi beklediğinden farklı bir kabul edilişle karşılaştı. Şimdi perdesizliği maharet sayan bir dönemin sancıları içerisindeyiz. Perde yoksa perdenin ötesi de yoktur. Evimizi ev olmayan yer ile ayırmak için takardık perdelerimizi. Şimdi dünyayı ev bellemişiz sanki. Yabancısı olduğumuz bu dünyayı ev bellemişiz ve sahte, perdesiz hayatlar içerisindeyiz. Perde yoksa korunmak da yok. Korunmak yoksa sağlık ve huzur da yok.  Ne beden sağlığı, ne kültür sağlığı, ne akıl sağlığı ne de sağ olma durumu. Bunları perdeleri çıkarak kaybetmedik yanlış anlaşılmasın. Bunları kaybetmemizin göstergesi perdelerimizin çıkması. 

“Gerçekten biz nasıl bu hale geldik yahu?” diyelim sözümüzü bitirirken.

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir