Esra Göktepe

“İnsan bir yolcudur. Bu yolculuk ise alem-i ervahtan, rahm-i maderden, sabavetten, gençlikten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir  uzun sefer-i imtihandır.” Bediüzzaman hazretlerine ait bu cümleler insanın yaşamındaki devr-i daimi anlatıyor. Bir hayattan diğerine geçiş, ipek ipliklerle birbiri arasına konulmuş köprüler gibi. Yaşam ile ahiret arasına konulan narin ama sağlam, ince ama kopmayan köprüler.

Rabbimiz her iki hayatın ihtiyaçlarını, gereçlerini rahmet hazinesinden karşılamıştır. Fakat biz cahilliğimizden olacak, tüm bu gereçleri bu hayat için kullanır olmuşuz. Halbuki onda birini bu dünyaya, kalan dokuzunu da ahirete sarf etmek gerekti, yanıldık. Bu durum şuna benziyor; Görevi gereği birkaç memleket gezmek için devletten 24 lira harcırah alan bir memur, ilk dahil olduğu memlekette 23 lirayı harcasa, öteki yerlerde ne yapacaktır? Devlete ne cevap verecektir? Böyle yapan kendine akıllı diyebilir mi? Aynen öyle de yaratıcımız her iki hayat levazımatını elde etmek için bize 24 saatlik bir vakit vermiştir. Çoğunu aza, azını çoğa vermek suretiyle, 23 saati kısa ve fani olan dünya hayatına, hiç olmazsa bir saati de beş vakit namaza ve baki uhrevi hayata sarf etmek lazım ki dünyada paşa, ahirette geda olmayalım. İşte bu yüzden bir hayatı diğer hayata aktaran, onları birbirine bağlayan köprülerden alnımızın akıyla geçmek  olmalı tüm çabamız. Yolculuğumuzu sırat-ı müstakim üzere planlamalı, ona göre yaşamalıyız.

Evet, alem-i ervahtan başlıyor yolculuğumuz. İlk söz verişlerimiz, Rabbimize biat edişlerimiz, bu hayatın bize hediyeleri. Ruhumuzun Cenab-ı Hakkın muhabbetiyle mest olduğu alem incecik bir köprüyle rahmi madere aktarılıyor. Orada konaklıyoruz. O sıcacık, o güven dolu, annemizle ilk bağımız olan karanlık yuvamızda dokuz ay büyüyoruz. Doğum köprüsüyle, bambaşka bir dünyaya adım atıyoruz. En safâne, en mutlu günlerimiz başlıyor sonra. Sabavet zamanı. Yani çocukluk dönemimiz. Hayatımızın çekirdeği hükmündeki o günler. Yaşamımız üzerinde en etkili  yıllar. Sebepsizce koşup eğlendiğimiz, sorumluluğun üzerimize çöreklenmediği masum yıllar. Kuşlar kadar özgür yıllar. 

Yavaş yavaş Rabbimizle tam manasıyla hemhâl olacağımız gençlik köprüsüne yaklaştık. Bu yıllar da çok güzel. Tıpkı pembe baharlar gibi. Büyüdüğünü, muhatap alındığını bilmek, Rab katında sorumlu olduğunu hatırlamak, manevi yolculuğa ilk adımları atmak, tökezleye tökezleye de olsa iffet ve ibadet üzerine bir gençlik yaşamak. Taşı sıksan suyunu çıkaracak enerjinle , heyecanlarınla, ilk kalp çarpıntılarınla , her şeyiyle baki olmasını isteyeceğin bir nimet gençlik. Ama her şey gibi, gençlik de solacak ve yerini ihtiyarlığa bırakacak. İhtiyarlık köprüsünde hayat acılaşacak bize. Eski güç, eski neşe, eski akıl olmayacak bedenimizde. Tek teselli olarak, gençlik bizi bırakıp gitse de, iffet ve ibadetle geçirilen her dakikanın baki meyveler vereceğini bilmemiz olacak. Fani gençliğimiz bekaya kalbolacak.İhtiyarlıktan sonra ölüm köprüsü var sırada. Ah, nimetleri acılaştıran bu köprüden geçmek ne zor. Ama mümin kul biliyor ki ölümün peçesi karanlık, siyah , çirkin ise de, kalbi iman nuruyla parlayanlar için onun simasi nuranidir, güzeldir. İdam değil, firak değil, ebedi hayatın başlaması, dost ve ahbaba kavuşma biletidir.

Kabir köprüsü var sırada. İbadetlerimiz, inancımız, düşünüp, tartıp sarf ettiğimiz kelimelerimiz, güzel ahlakımız orayı cennetten bir bahçeye dönüştürüyor, teheccüdlerimiz o karanlık kuyunun lambası oluyor. Allah rızasını gözeterek yaptığımız her davranış burada kabrimizi genişletiyor. Sonra berzah alemine geçiyoruz. Bir nevi bekleme salonu. Sevdiklerimizi görüyor, hasbihal ediyoruz. Vaktin dolmasını bekliyoruz. Ve nihayetinde kıyamet kopup her şey yerle bir olunca o kulakları delen sur ile kabirlerimizden kalkıyor, haşir köprüsüne doğru yol alıyoruz. Tekrar diriltildiğimize şahit olmak, yaşarken bu ana şeksiz şüphesiz inansak da kalbimizi patlatacak şekilde heyecan ve korkuyla çarptırıyor. Aman Allahım ne yaman, ne çetin gün! Annelerimizden, yavrularımızdan, sevdiklerimizden köşe bucak kaçıyor, hesabını veremediğimiz her amel için boyumuzca terliyoruz.

Hesaba çekilmenin yorgunluğuyla bitkin bir şekilde  kendimizi sırat köprüsünde buluyoruz. Nasıl geçeceğiz diye düşünürken, kimimizi oruçları uçurup götürüyor, kimimizi namazları, sadakaları. Yetim hakkını gözetenler, salih amellerle ömür geçirenler, islam ahlakıyla ahlaklananlar, ibadeti başına taç edenler ne rahat geçti o köprüden.

Sırat köprüsü kıldan ince, kılıçtan keskindi. İnce hesaplarla iyi ile kötüyü keskin bir şekilde ayırıyordu. Bu köprüden de geçmeyi başaran insanoğlu tüy hafifliğinde saadet-i dareyne uçuyor, kim bilir belki Cemalullahla şerefleniyordu. Ne mutlu… Ne mutlu…

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir