Esra Göktepe

Seni aramam için beni uzağa attın!

Alemi benim, beni kendin için yarattın!

(Necip Fazıl Kısakürek)

Evet, Rabbimiz alemi bizim için yarattı. Yeri göğü bizim için donattı. İkramını en cömertiyle bizim için sergiledi. Ezelî bir yaratıcının olduğunu görelim, hissedelim, aklî melekelerle bulalım diye. Onu tanıyalım, Ona kulluk edelim diye. Yaratılan her şey bu ulvi amaca hizmet etmek için yaratılmış da biz insanoğlu farkına varamadan ömür çürütmüşüz. Neden farkına varamadık ki?

Çünkü bizim hamurumuzda öyle acayip, öyle sırlı bir özellik var ki, adı unutmak! Ondandır ki insan nisyan kelimesinin bir türevidir. Unuttuk canımızı sıkan, unutmamız gereken çoğu yaşanmışlığı, çoğu olayı evet.  Ama asıl  kimi ve neyi unuttuk  biliyor musunuz?

En başta Rabbimizi, sonra da ölümü. Var mı bilen son gününü, son saniyesini ömrünün, var mı? Ecel gizliyse, her an geleceğini unutmak niye?

Sonra  kendini ve kalbini unuttu insan. Sevmeyi de unuttu, affetmeyi de . Unuttuğu daha öyle çok şey var ki…

Tarlalardaki başakların, rüzgârın ninnisiyle salındığını da unuttu, gözünün önünde kuruyup, tekrar hayat bulan ağaçları da. Oysa onlar bir posta memuru gibi mektuplarını yolladılar yaratıcıya dair. İnsanoğlu  mektupları aldı ama okumayı unuttu. Muntazam orantısıyla yaratılan çiçekleri de unuttu, birbirini hiç şaşmadan takip eden gece ve gündüzü de… Anaların yüreğine konan o eşsiz merhamet duygusunu da unuttu, ağaçların tevekkülvari yerinde durduğu hâlde rızkının ayağına kadar gelmesini de…

Kimin  hangi ince hikmetle onları bir bir gönderdiğini, yarattığını da unuttu. Hâlbuki insan bu dünyaya muhteşem ve muazzam bir dava , bir ideal için gelmişti.

Omzundaki yükü ve sırtındaki küfeyi bırakıp kaçan bir hamal oldu. Hâlbuki hamal, yükün altında güzeldi.

Neyi unutmadı ki insan?

Üstüne kurşun gibi düşmeyen, tek tek gönderilen yağmur taneciklerini unuttu. Üst üste bindirilip de balyalar hâlinde inmeyen kar tanelerini de unuttu. Baharı, çiçekleri unuttu; kırları, kuşları unuttu.

Zamanın oralarda nasıl yavaş geçtiğini de unuttu, ruhunun oralarda nasıl rahatladığını da…

Hikmetli ve güzel bir söz duydum yakınlarda:

“Allah’ı zikirden gafil olmayınca ne bir ağaç yıkılır ne bir kuş av olurmuş.”

Zikri de unuttuk, ibadeti de. Ezanı da unuttuk vakitleri de.

Oysa adeta donmuş olan kainata her sabah ezanıyla bir ruh üflenmiyor muydu? O şahitli anlar kaç defa arzu etti belki seni de aralarında görmeyi. Göz kapaklarımızı uykuya yem ettik de  sabahın bereketini unuttuk.

Evet, her günün sabahında içimizde yankılanan sesler yükselmeli dışarıya. Uyanışımız bu gündür belki, bu sabahtır. Uyanmak kafa gözünün değil, kalp gözünün açılmasıdır. Kalp gözün açılsın ki sorumluluklarının kıymetini en güzel şekilde bil diye. Çünkü herkes bir şeylerden sorumlu, insan ise bütün kainattan. İbadeti terk eden, kainatın ibadetini de görmüyor, göremiyor. 

Buza benzeyen eneyi bir havuz olan Allah’ın ilminde eritip, ilmini bereketlendirmeyi de unuttu insan. Kendini dünyanın hakimi yaptı da “ben yaptım, benim eserim” dedi durdu. Dediklerini yaparken Rabbin izin tahtından bu sonucun çıktığını unuttu. Çok tehlikeli bir unutuş bu. Şeytanı kendi üst konumundan esfel-i sâfiline düşüren bir unutuş. Şimdi bizim başımıza tebelleş oldu. Ömür defterimizi hep zikzaklarla doldurdu.

İniş çıkışlarla dolu hayatında hep yan çizdi durdu insan. Hz Mevlana’nın dediği gibi:

“Hayvan hayvanlığıyla, melek melekliğiyle kurtuldu. İnsan ikisinin arasında yalpalayıp durdu.”

Vakit bereketini kaybettiyse eğer anlamsız telaşımızın ve bitmek bilmeyen lüzumsuz işlerimizin de suçlusu biziz. Kendine çeki düzen vermenin, hesaba çekileceğini bilerek yaşamanın zamanı gelmedi mi daha? Ölümü de unuttuk ya gelmiyor işte aklımıza. Attığımız her adım bizi bir daha geri dönmemek üzere ebedî bir aleme götürüyor halbuki. Ecelimize doğru son hızla koşuyoruz da fark edemiyoruz. Şu satırları okuduğumuz anın dahi geride kaldığını bile bile, göz göre göre unutuyoruz, hiç unutmamamız gerekenleri.

Ahd-i misakı, elest meclisinde verdiğimiz kâl-u bela sözünü, yolu, yolculuğu, kılavuzu ve O rehberin elindeki kitabı. Kitaptaki işaretleri unuttuk… Unutuyoruz.

Unutulacağımız bir dünya için unutmamamız gereken neleri unutuyoruz böyle. Bizleri büyük uyandır Rabbim. Büyük uyandır ki gaflet perdesi seni bulmak için yaratılan gözlerimizi setredemesin artık. Tüm duygularımız, tüm ruhumuz senin varlığının verdiği sevinçle dolsun, dolsun, taşsın da ırmak olsun, göl olsun, deniz, derya olsun cennet kevseriyle buluşsun.

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir