Habibe Basatemur

İngiliz yazar Virginia Woolf, kadınlar arasından neden Shakespeare gibi başarılı bir yazar çıkmadığına dair kafa yormuş, bu konuda araştırmalar yapmak istemiştir. Gitmek istediği kütüphanenin görevlisi kadınların kütüphaneye kendi başlarına giremeyeceklerini, girebilmeleri için bir referans mektubuna ihtiyaç olduğunu veya bir akademisyenin onlara eşlik etmesi gerektiğini söylemiştir. Büyük bir heyecanla yola koyulan yazar henüz kütüphane kapısında kendi medeniyetinde kadının bir şahsiyeti olmadığı gerçeği ile yüzleşir. Bu ilk yüzleşmenin ardından pes etmeyen yazar karşılaştığı tüm zorluklara rağmen kütüphaneye girebilmeyi başarır. 16. ve 19. yüzyıllar  arasında toplumda kadının yerini inceler. Elde ettiği tüm bilgiler onu şu sonuca götürür: Kadınlardan Shakespeare gibi başarılı bir yazarın çıkması şimdiye kadar imkansızdı. Zira kadınlar küçük yaşta evlenir, hayatın gerektirdiği sorumlulukları erken yaşta yüklenirlerdi. Ev işleri, ev dışındaki işler, çocuk bakımı kadınların bedenen dinlenmelerine dahi fırsat vermezken, bu yoğunlukta bir boşluk bularak zihinlerini dinlemeleri, fikirlerini yazıya dökmeleri ve nihayetinde başarılı bir yazar olmaları hayal bile  edilemeyecek kadar uzaktı. Sonuç olarak bir kadının iyi bir yazar olabilmesi için kendine ait bir odası ve yıllık 500 pound gibi bir parası olmalıydı.

Yazarlık konusu üzerine araştırma yaparken kendi medeniyetinin kült sayılacak kitaplarını ele alan yazar, Batı toplumunda kadına dair bakış açısını anlamamıza fayda sağlayacak argümanları sağlam kaynaklarla bizlere sunmuş oluyor. Ne büyük talihsizlik! Medeniyetin zirvesi, hayatın merkezi, olmazsa olmaz diye dillerden düşmeyen Batı’nın gerçek yüzünü kendi yazarlarından biri, kadın meselesi üzerinden ortaya çıkarıyor. Bu kaynaklardan edinilen bilgilere göre Batı medeniyeti(!) kadını eşine ve çocuklarına bakmak zorunda olan, düşünmeye ve fikir beyan etmeye hakkı olmayan bir hizmetçiden ibaret görmüştür. Hatta bazıları daha ileri giderek kadınların akıllarının olmadığını, cin olduklarını ve cennete giremeyen ruhsuz varlıklar olduklarını söylemişlerdir.

21.yüzyılda Müslüman coğrafyalarda yaşayanlar olarak, bu zihniyetin gerçekten kadınlara değer veren ve onların haklarını savunan bir medeniyet olduğuna inanmış olmamız ve böylece onlar ne derse doğrudur düsturuyla hareket ederek bu gerçekleri göz ardı etmemiz bir hayli üzücüdür.

Bu zihniyetin ümmet üzerinde etkili olmasından hepimiz sorumluyuz. Kendi medeniyetimizi tam olarak anlayamadığımız için anlatamadık, söyleyecek sözü olanlarımız da sustuğu için meydanlar boş kaldı. Hocaların, alimlerin, ilim ehlinin yerini muhafazakâr geçinen ama muhafazasız fenomenler aldı. Boş bırakılan meydanları doldurmaya gönüllü birçok parazit unsur olduğunu gözden kaçırdık. Kadına verilebilecek en büyük değeri veren bir medeniyetin mensubu olduğumuz hâlde bu hakları başka yerlerde arar olduk. Kadın-erkek eşitliği adı altında dünyaya servis edilen feminizm akımı hak arama çabasında olanlarımız için sığınılacak bir liman oldu. Feminizm kendisini savunanların medeni olacaklarını vaat ediyordu. O hâlde medeni olmanın bir yolu da onu savunmaktı. Ve böylece medeni olmak adına bazen ihtiyari bazen de gayriihtiyari feminizm safsatasının en önde gelen savunucularından olduk. Oysa bir bilebilseydik aradığımız değeri bizlere verecek olan tek bir medeniyet vardır o da İslam medeniyetidir. Ardından şuursuzca koşulan Batı, kadını hizmetçi olarak görürken, İslam medeniyeti kadını evinin sultanı olarak görmüştür. Bu hakikati anlamış olabilseydik sahte dünyalarda aramayacaktık sultanlığı.

Bizim medeniyetimizde Müslüman kadının eşine, çocuklarına, evin tertibine ayırdığı zaman asla bir hizmetçilik kisvesinde değildir. Müslüman kadın bilir ki bu yaptıkları ile şerefine şeref katar ve Allah’ın izni ile yaptıkları birer ibadet hükmündedir. Tüm bu hakikatleri bilen Müslüman kadın için ev işleri eziyet olmaktan çıkar, geriye kalan sadece tatlı bir yorgunluk olur.

Evindeki sultanlık makamının yanında sosyal hayatta var olmak isteyenler için de güzel örnekler mevcuttur. Kadına kalem vermekten korkan, onu yok sayan büyük Batı medeniyeti(!) kendini insan hakları, kadın hakları safsatasıyla kandırırken, mensubu olduğumuz İslam medeniyeti 1400 yıl önce kadınlardan tabipler, muallimler, şairler yetiştiriyordu. Ve Batı medeniyetinin aksine, kadının sosyal hayatta var olması ailesini ihmal etmesine neden olmuyordu.  Zira Batı’da kadının sosyal hayata dahil olması beraberinde aile mefhumunun da yok olmasına neden olmuştur. Sosyal hayatta var olmak adına kadın ailesinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.  Buradan şu sonuca varıyoruz: Müslüman kadın sosyal hayatta var olmak adına ailesini ihmal etmemelidir. Ev dışında meşgul olduğu bir işi olsun ya da olmasın en çok sorumlu olduğu alanın kendi ailesi olduğunun farkında olmalıdır. Bir meslek sahibi olması, kendini geliştirme çabası ailenin ihmaline sebep olmamalıdır. Ve yine unutulmamalıdır ki kadın için en güzel meslek anne olmaktır. Allah Resulü’nün “Cennet annelerin ayakları altındadır.” hadisinde “kadınların ayakları altındadır” değil de “annelerin ayakları altındadır” buyurması bir hayli düşündürücüdür. Her anne bir kadındır ancak her kadın bir anne değildir. Anne olmak için maddi anlamda evlat sahibi olmak şart değildir. Zira Allah Resulü’nün eşlerinden sadece ikisinin çocukları olmasına rağmen tüm eşleri müminlerin anneleridir. Aynı şekilde yakın tarihte yaşayan, evlat sahibi olmadığı halde ümmete yaptıkları hizmetlerle binlerce evladın duasını alan, onlara annelik yapan güzide şahsiyetler de vardır. Zeynep Gazali, Ayşe Hümeyra Ökten bu güzide şahsiyetlerden ilk aklıma gelenlerdendir.

Velhasılıkelam, bilinçli yahut bilinçsiz d âhil olduğumuz, bizim değerlerimizden uzak, İslami kimliğimizle bağdaşmayan her türlü fikir ve oluşum gün geçtikçe bizi özümüzden koparıyor ve koparmaya devam edecektir. Neyi, neden savunduğumuza, kimi örnek aldığımıza çok dikkat etmeliyiz. Başkalarının vereceği sözde kadın haklarına da medeniyet vaatlerine de ihtiyacımız yoktur. Zira bizler vadedilen hakların daha fazlasını içinde bulunduran İslam medeniyetinin birer ferdiyiz. Allah bizlere ulaşabileceğimiz en büyük değeri bahşetmiştir. Bu değeri koruyacak olan da heba edecek olan da bizden başkası değildir…

Vesselam…

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir