Şakir Zümre

Çok acayip iddiaların döndüğü bir süreç içerisindeyiz. Türkiye Türkiye’den büyüktür sözünün canlandığı günleri yaşıyoruz. Ülkenin kutuplaşmasının yanlış olduğunu söyleyen iki kutup içerisinden aynı zamanda iki kutup daha çıkarmaya çalışanları müşahede ediyoruz. Siyasi söylemlere girme diyenler de oldu bana. Sanki siyasi söylemler insan için değilmiş yahut biz insan değilmişiz gibi bu eleştirileri dünya dışı bir varlık gibi izledim. Evet yakın gündemimizin uzak uçlarında gezmeye çalışacağım. 

Öncelikle herkesin ittifak ettiği bir konu var. Hiçbir ittifak kimseye tam olarak hitap etmemektedir. Ne ötekini savunan bu bize hitap ediyor diyor, ne de berikini savunan. Her iki kesimde de oluşan genel intiba karşı taraf o kadar net ki karşı taraf geleceğine bunlara bile veririm görüşü. Kimse kendi tarafı gelirse iyi olacağını iddia edemiyor. Kötü, daha kötü, çok daha kötü ve en çok daha kötü adayların olduğu bir seçim önümüzde duruyor. Bir tarafta vaat ettiği hemen her şeyi gerçekleştiren bir lider, bir tarafta hiçbir vaadini gerçekleştirememiş bir lider, bir tarafta oyun ve eğlenceyle seçim kazanılacağını zanneden bir lider, diğer tarafta neden ve niçin çıktığını ve savundukları ile nasıl seçim kazanabileceğini kendisi de bilmeyen bir lider. Elbette ki statüko taraftarlarının seçimi bellidir. Bir dönem statüko karşıtı olsalar bile şuan statüko savunucusu olabilirler. Aslında statüko tanımlarımız da sıkıntılı. Statüko her zaman kötü bir şey midir, tartışılır. Eğer çoğunluğun seçimine önem veriyorsak ve seçilen de bir şekilde oyunu artırıp bir zaman sonra statüko haline gelince neden kötü olsun? Elbette tepeden inme, zorlama statükoları sevmeyiz. Fakat tepeden inmemişse neden statüko karşıtı olalım. Bakın ülkemizde ki pek çok siyasi partinin idari kadrosu parti içi statüko oluşturmuştur. Ülkemizde yeni parti kurulma sebeplerinden bir tanesi de bu değil midir? Binde iki oy alan partinin bile yeniliğe kapalı olup parti içi statükosunun olması da neyle açıklanabilir biliyorum. 

İşin ittifakı, statükosu, menfaati bir yana dursun parti dışı durumlardan bahsetmek istiyorum. Elbetteki her parti bir gruplaşma amacıyla kurulur. Ortak menfaatler etrafında kurulur. Beyannamesini ona göre yapar. Bu anlaşılır ve makul olandır. Ülkemizde ise son zamanlarda partiler üstü menfaatlerden bahsedilmektedir. Neden bu parti kendi menfaatini istiyor gibi suçlamalarla birbirlerine saldırmaktalar. Halbuki zaten parti olmanın amacı bu değil midir? İşin ilginç tarafı ülke menfaatlerinde birleşmeyen partilerin vatanperver görünenlerden ciddi oy almasıdır! Tabiki buna da bazıları çıkıp onlar vatanperver değil partiperver yahut menfaatperver diyebilirler. Müsavat çığlıklarını herkes atıyor. Ama herkes daha eşit olmak derdinde. Mesele aslında şurada başlıyor. Madem iyi olma ihtimalimiz yok o zaman en kötüyü tercih edelim. Madem müreffeh bir toplum algısı kişiden kişiye değişiyor ve anlaşamıyoruz. O zaman hepimizin anlaştığı huzursuzluk ve sıkıntıyı tercih edelim. En azından anlaştık deriz. Müsaviyiz deriz.

Kimimiz on bini, kimimiz elli bini, kimimiz yüz elli bini az buluyor. Öyleyse herkes için ekonomiyi en dar boğaza sokacak olan kimse onu seçelim. Diyelim ki bu gelirse kesin asgari ücretlisinden fabrikatörüne sıkıntı çeker onu tercih edelim. Herkes eşit olsun. Diyelim ki madem sağlıkta sıra bulmakta zorlanıyoruz. Madem telefonda randevu almak veya internetten randevu almak zor o zaman sağlık sistemini en kötüye kim çevirebilirse onu seçelim. Bir saat tahlil sonucu beklemektense bir hafta bekleyelim. Madem şikayetçiyiz hastanelerinde ciddi bir kısmını kapatacak olan kimse ona oy verelim. Herkes eşit olsun. Gidelim kültürel faaliyetlerde aynı sıkıntıları kimden göreceğimize emin isek oraya oy verelim. Eşit bir kültürü paylaşırız. Peki eğitimde fırsat eşitliğini sağlayamamamızın sebebini hiç düşündünüz mü? Acaba sürekli şartları iyi olana eşitlemeye çalışmaktan kaynaklanıyor olabilir mi sıkıntımız? En alttakine eşitleyelim şartları. Parasız kitap, parasız yemek, parasız elektrik ve su, parasız ısınma, parasız taşıma ve parasız yatılıyı sonlandıralım. Herkes her imkana bedelini ödeyerek ulaşsın. Kim eğitimi bu hale geri döndürebilirse ona oy verelim. Ne demekmiş yahu üst imkanlardan faydalanmak! Kütüphaneleri kapatan, kitapları yakan, laboratuvar malzemelerini altından kıymetli görüp saklayacak olan kimse ona oy verelim. Herkes eşit olsun. Her köye yol götürmek zordur. O zaman yapılı olanları yıkacak olana oy verelim. Her eve elektrik, doğalgaz götürmek imkansızdır. İmkanlıyı yapacağa yani elektrik ve doğalgazı evlere arz etmeyecek olana oy verelim! Herkes ekmeğe eşit derecede ulaşamasın. Herkes eşit olarak yaşam sürsün. Ne diplomalara bakacak olana, ne de tecrübeye önem verecek olana oy verelim! Herkes sıkıntı çekmede, eziyete katlanmada hatta kölelikte eşit olsun!

Yapmak zordur efendiler. Yıkmak kadar kolayı var mı? Okurlarım klişe sevdiğimi bilirler. Var ya bir söz; Gel yıkalım desek Süleymaniye’yi iki işçi, iki kazma yeter. Ama gel yapalım desek Süleymaniye’yi bir Kanuni Sutan Süleyman, bir de Mimar Sinan gerek diye. İşte tam o misalde ne gerek var zora talip olmaya. Kanuni Sultan Süleyman’ı bulacaksın, dünyaya meydan okuyup hüküm giydireceksin, dünya dengelerini şekillendireceksin. Kulağa ne kadar gerçekçi geliyor. Hele ki bir Mimar Sinan bulacaksın araçsız, aletsiz, tahlilsiz, teknolojisiz yüzyıllara meydan okuyan okuyan bina yapmaya çalışmak abesle iştigal etmek değil mi? Kolayı var yahu! Ne gerek var bunca hayale. Veririz sevdiğimiz iki müteahhite, üç beş yıl ömrümüz var zaten.

Gerçekler efendiler, gerçekler. Sanki TOKİ’nin yaptığı binalar ayakta da çok mu fikirlerini değiştirdi insanların. Kolay varken zoru neden seçer insan? Sanki 2500 yıldan fazladır ayakta duran bir devletin ferdiyiz de tekrardan dünyaya nizam vermeye mi kalkıyoruz? Hayalleri bırakın. İki faydasız heykel yaparız, kafayı da bir güzel bulduk mu kim sorgulayabilir bizi? Sanki ecdadımızın bedduasını mı alacağız? Sanki köle olmaktan başka bir şansımız mı var?

Gidip size şuna oy verin demeyeceğim! Zaten anlattıklarımdan az çok çıkarımlarda bulunmuş hatta bu saydıklarımı kimin yapacağına da eminsinizdir! Öyleyse emin olduğunuz yerden ayrılmayın. Maceraya gerek var mı hiç! Bize hayal pazarlayanlara karşı uyanık olalım! Çıkıp şimdi bu yazıya ironi yazısı diyenler çıkacak. Kardeşim benim bildiğim müsavat böyle sağlanabiliyor. Bilen varsa başka bir formül buyursun, meydan ortada!!!


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir