Muhsine Sevra Kaçalin
Her insanın hayatının bir döneminde, burası benim hayatımın dönüm noktası, artık bir şeyler eskisi gibi olmayacak, dediği bir yer vardır. Oraya gelmek için çok şeyler yaşamıştır. Bazen çabalamış, bazen direnmiş, bazen sürece teslim olmuştur. Fakat neticede durduğu yerde artık başka bir benlik ve kimlik onu beklemektedir. İşte bu eşiği geçtiğinde hayatı, içinde bulunduğu toplumu, en yakınlarını, en uzaklarını ama en çok da kendini tekrar tekrar niteler hâlde bulur kendini. Kimdir, nedir, olaylara nasıl tepki verir o da yeni yeni öğrenir eşiğin ötesindeki yüzünü. Hani yazar* ‘‘Bir eşik var, acı eşiği. Besmele çekip sağ ayak ile giriyorum o eşikten içeri. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Zaten hiçbir şey hiçbir zaman eskisi gibi olamaz.’’ diyordu ya işte bu tam da o eşik. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığı, insanın kendisini bile yeniden tanımladığı o eşik.
Buraya kadar her şey çok güzel. Evet çoğumuz geçtik o eşikten, bir kısmımız henüz o eşiği atlayamadı, bazılarımız ise o eşiği geçeli çok oldu. Üstüne nice nice eşikleri atlayıp durdular. Peki ama insanı bu eşikleri atlamaya iten ya da yazarın ifadesi ile besmele çekip sağ ayakla girmesine sebep olan şey nedir? İnsan neden tanıdığı, bildiği bir yerden çıkıp, bilmediği bir eşikten geçip, bilmediği alemlere doğru yol alır? Dahası bu yolda aştığı eşikten sonra nicelerini de geçmeye talip olur?
Sahi eşik neydi önce ondan başlayalım. Eşiğin terim anlamına baktığımızda karşımıza bir dizi tanım çıkar. Mesela biyolojide eşik, bir uyartının, duyum meydana getiren ya da algılanabilen alt sınır değeri olarak ifade edilirken; sosyal bilimlerde genel olarak tepkinin ortaya çıkmasında etkili olan ruhsal, fizyolojik nokta, kişinin uyarıcılarda fark ettiği en düşük enerji düzeyi olarak ele alınır. Genel olarak terim anlamlarını değerlendirdiğimizde eşiğin hep bir şeyin alt sınırı, bir şeye ulaşabilmenin, bir yere gelebilmenin ilk adımı olduğu görülür. Fakat biz bir eşiği geçtiğimizde onun pek de alt sınır olduğunu düşünmeyiz, geçtiğimiz yer bir kapı eşiği değilse tabi. Gerçi kimi kapı eşikleri de zor geçilir, insan ayağını vura vura öğrenir orada bir eşik olduğunu. Yani ne kadar alçak bir yükselti olursa olsun o eşiği geçmeyi öğrenene kadar o eşiğe vura vura, canını acıta acıta değiştirir insan zihnindeki o mekan haritasını. O kapının önüne küçük ama can acıtan bir eşik çiziverir zihninde. Bu noktada artık insan o eşiği aşmıştır, o eşiği geçemeden önce canını yakan ne kadar şey varsa hepsi geride kalmıştır, bitmiş değildir ama geride kalmıştır. Çünkü artık o eşiğin orada olduğunu bilir ve onu nasıl aşacağını bir kere bulmuştur. Esasen eşiğin bir alt sınır olduğunu söylemek her zaman doğru olmayacaktır. Eşik, bir şeyin alt sınırı olduğu kadar, üst sınırıdır da aynı zamanda. Aşılan alt sınır olan bir eşik de olsa, üst sınır olan bir eşik de olsa neticede onu geçtiğinde artık aynı yerde de değilsindir, aynı kişi de.
Her eşiğin insan hayatına iki yönlü katkısı olmuştur. O eşiği geçene kadar yaşadıkları, zihinsel ve duygusal dönüşüm süreci ile eşiği geçtikten sonraki benliği, kimliği bambaşkadır. Eşiğin aşılma esnası bambaşka bir süreçken, eşiğe gelene kadar geçen süreç ve eşikten geçtikten sonraki süreç bambaşka işler. Felsefede çok sık kullanılan, muhtemelen herkesin hayatının bir döneminde çok sık duyduğu, ‘‘Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz.’’ diye bir cümle vardır. Aynı nehirde iki defa yıkanılır mı bilinmez ama bir eşikten aynı kişi olarak geçilmez diyerek Herakleitos amcaya bir nazire yapalım. Evet, bir eşikten aynı kişi olarak geçilmez. Çünkü insan o eşiği geçtiğinde artık başka biridir. O eşiğe gelene dek verdiği tepkiler, söyledikleri ve yaptıkları ile o eşiği geçtiği zamankiler artık aynı değildir. Bizi biz yapan, bugün olduğumuz insan olmamızın en temelinde geçtiğimiz eşikler vardır.
Peki ama insana eşik atlatan nedir? İnsan hayatının artık geri dönülemez noktasına nasıl gelir? Yaşam yolunda belki birkaç kez aşılan bu eşikler duygusal yoğunluğun en yüksek olduğu anlarda, yani duygusal eşiğin en üst sınırında ortaya çıkar. Bir insan durduk yere hadi değişeyim veya hayatımda bir şeyleri değiştireyim demez. Bu değişim kararı mutlaka bir yoğunlaşmanın eseridir. İnsanı değiştiren büyük travmalar ve acılardır çoğunlukla. Ağır travmaların da büyük acıların da yaşanması üst düzey bir duygu yoğunluğuna işaret eder. Mesela bir insan çok sessiz sakinken bir anda dışa dönük birine dönüşmez. Dönüşüm dışarıdan anlık görülse de süreç uzun olmuştur. Bir diğeri uyumlu bir insanken bir anda tahammül sınırlarını zorlayan bir insana dönüşmez. Bu gibi büyük dönüşümler hep bir eşiğin aşılmasıyla olur. Farklı örnekler vermek de mümkündür. İnsanlara tahammülü olmayan, öfkeli bir insan bir anda müsamahakâr bir insana dönüşebilir. Ama buna bir anda demek sadece zahire bakmak olur. İnsanlara eşik atlatan acılarını, travmalarını bilmeden dışarıdan bir gözle bakmak yüzeysel bir anlamlandırmanın eseri olacaktır. Bu da insani ilişkilere bir sıfır geriden başlamak olur. Her insanın hayat boyunca atladığı her eşiğin uzun ve yorucu süreçlerin eseri olduğunu bilmek ve karşımızdaki insanı bu şekilde algılamak ise ufkumuzda bambaşka pencereler açar. Nasıl ki her insan farklıdır, her insanın geçtiği yollar da kendine hastır ve aştığı eşikler eşsizdir.
Muhsine Sevra Kaçalin
*Elif Likoğlu Dalgın/ Dünya Hâli/ Kalemtıraş Dergi 1. Sayı
0 yorum