Habibe Basatemur

Çöl denilince neler belirir zihnimizde? Bir kuru toprak, biraz fazla sıcak, gözlerini kumdan koruyan bir bedevi, şaşkın şaşkın gezen birkaç deve, uzaklarda aniden beliren bir vaha. Bir de Leyla’sını çölde arayan mecnun. Hasılı kelam çöl denilince birçoğumuzun zihninden geçenler aşağı yukarı böyledir. Sahiden bundan ibaret midir peki ki çöl? Tüm bu saydıklarımın yanında aynı zamanda;

Çöl bir aynadır.

Çöl bir limandır.

Çöl biraz da insandır.

Çöl biraz hakikat, biraz da hayaldir.

Ayna’dır çöl muhatabını kendiyle yüzleştirdiği. Sen misin içinde asıl çölleri taşıyan yoksa ben miyim diye adeta kafa tutan. Limandır çöl her geçenin uğramak zorunda kalacağı. Ne kadar oyalansa da ayrılmak zorunda olacağı. İnsandır biraz da. İnsan gibi noksan, insan gibi aciz insan gibi suya muhtaç. Hakikattir biraz da çöl. İçindeki sırları görmek isteyenlere açan. Hayaldir biraz da kendini kandırmak isteyene habire serap görmesi için vesveseler veren. Hepimize malum olan bu çöl dışında bilmediğimiz çok acayip bir çöl daha vardır. Öyle çok uzaklarda olmayan bir çöl. Çok ama çok yakınımızda. Tam da kalbimizin orta yerinde.

Gittiğimiz her yere taşıdığımız, kötü huylu habis bir çöl. Birçok türü vardır bu çölün. Kin çölü, nefret çölü, haset çölü bu türlerden sadece birkaç tanesidir. Bu öyle bir çöldür ki; merhametten yoksun olmak onu öne çıkaran temel unsurdur. Her yerde ve zamanda ve mekânda ben ben diyen bir çöldür bahsi geçen. Ene çölü bir diğer adı. Gözleri kendisinden başkasını görmeyen, görmek için çabalamayan ve en kötüsü de bundan dolayı rahatsızlık duymayan bir çöl. Ruhlarımızı esir alır ilkin, bizleri insanlık makamından aşağılara çeker yavaş yavaş biz fark etmeden. Her geçen gün ene yuvalarına yaklaşmış buluruz kendimizi. Bir hoş selamı vermeyi esirgemeye başlarız gözlerine baktıklarımızdan, gün geçtikçe kaybetmeye başlarız merhameti, sevgiyi, bir başkasına umut olabilmeyi, kardeş olabilmeyi hiçbir şey umurumuzda olmamaya başlar sonra. Tek gündemimiz kendi mutluluğumuzdur, alta kalan mı çıksın canı. Ve her şeye rağmen gün gelir insan olmak için fırsatlar gelir onu de kendi ellerimizle heba ederiz. Dedim ya görmez gözlerimiz kendimizden başkasını. Fesuphanallah! Nereden gelir ki bu özgüven. Nereden gelir ki bu bitmek tükenmek bilmeyen ene sevgisi. Kim ne götürebildi ki sevgiden, merhametten insanlıktan noksan olan bir şey. Böyle olmak zorunda mıyız sahiden? Başka türlüsü mümkün değil midir? Evet evet mümkün, hala nefes alıp verebiliyorsak. Güzel bir besmele çekelim evvela. Ve başlayalım aşk ve şevk ile içimizdeki tüm çölleri can suyu ile buluşturmaya. Öylesine susadı ki içimizdeki bu çöller kaybettiğimiz erdemlere. Öylesine bekledi ki insanlık içimizdeki çöle hapsettiğimiz güzellikleri.

En başa dönelim şimdi. Sahi hangisi gerçekten çöl? Zahirde, dimağlarımızdaki mi yoksa ruhumuzu kalbimizin en güzel yerini ele geçiren mi?


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir