Abdurrahman Kıroğlu

Dilimiz ve edebiyatımızda önemli bir yer tutan kalem hakkında benden birkaç kelam dinlemiştiniz. Kısa bir dönemde çok sular aktı köprülerin altından. Yazmaya başlasaydı kalemler, kelamlar aleminde bir seçkiyle uğraşmamız gerekirdi. Belki de yazmaya başlayan kalemler var bizden çok uzaklarda. Öyleyse ocak ayında bismillah diyerek başladığım yazıya gönderme olsun birkaç cümle. Altı kalem kategorisi yapmıştım kendimce. Kurşun kalemler, tahta kalemleri, tükenmez kalemler, mekanik kalemler, pilot kalemler ve dolma kalemler.

Bu yazımda kategori ayrımı olmaksızın tüm kalem sahiplerine hitap etmek istiyorum.  Atıl yahut işler bir kalem olmak herkesin kendi yüreğindedir. Nasıl ki eline kalem alan herkes kalem kullanıcısı olamaz, kalem kullanan herkes de yazdıklarını ortaya çıkarmaya cesaret edemez. Kalbimiz tüm bedenimize kan pompalamaya devam ettikçe onu işler bir kalp olarak sayarız. Kalbe izafe edilen yürek ise kelime olarak vücuda kan pompalama ile bağlantılı değildir. Daha çok başkalarının kalbine bir ülfet pompalamasıyla bilinir. Yüreği güzel dedikleri kişi aslında yüreğindekini güzelce ifade edebilendir. Laf dağılmadan konuya dönelim. Kalem sahiplerinin yüreklerini dinlemeli ve kalpler arası köprülerin temelini atmalıdır. Bazı sular derin olmayabilir. Bazı mevsimlerde köprüye ihtiyaç duyulmadığı bile zannedilebilir. Hatta nehri geçmek istemeyen bir kişi için köprüler gereksiz bile olabilir. Ama nehri geçmek isteyen birisi için hava gibi, su gibi bir ihtiyaç da olabilir.

Kalem sahibi olmak üstümüzden sorumluluğu atmadığı gibi vakti gelince yazılarımı açığa çıkarırım demek de üstümüzden sorumluluğu kaldırmaz. Kalem mahsulleri açığa çıktıkça kelama dönüşecektir. Kelamın tesiriyse eskidiği ölçüde olacaktır. Bu sözüme katılmayanlar olabilir. Lakin şöyle bir düşündüğümüzde eskilerin kelamlarını tutan bir cümle bulamayışımız nedendir. Tüm kelamlar söylendiği için midir yoksa söylemekten çekindiğimiz kelamlar sebebiyle midir? 

Her şeyin koktuğu bir dönemde yaşamak kaderimizmiş gibi davransak da aslında her şeyi kokutanın biz olduğumuzu hatırlamak gerekir. Gerçek kelam sahipleri sustukça konuşanlar kendi konuştuklarını kelam sanmaya devam edecekler. Her ne kadar konumuzla doğrudan bağlantılı olmasa da şairin dediği gibi “Suskunluğun bedeli, çaresizliğin diyetidir Muhammed.” Kendi ellerimizle kokuttuklarımızdan bunca şikayet edip bunca hareketsizlik de ancak bunca kokunun müsebbiplerine yakışırdı herhalde. Öyleyse kokudan şikayetçiler olarak bir temizliğe girmek adına yazmaya devam etmeliyiz. Yazmayanlar mı? Onlar da bir an önce yazmaya başmalıdırlar. Kimi zaman aheste aheste, kimi zaman koşar adım, kimi zaman dingin bir suya düşen bir yaprak tanesi gibi, kimi zaman coşkun selin içinde kendisini tüm zararı veren sel zanneden bir su damlası gibi! Dinginlik beraberinde yaşayan ölüleri getirecektir. Daralan ruhumuza bir durak lazım değildir. Zaten bizi daraltan durmaktır. Yol gitmez ama yol gidilir. Yol olduğu yerde dururken yolcuya düşen hareket etmektir. Ben her zaman olduğum yerdeyim diyen kişiye “Allah sana rahmet etsin,” demek düşer bize. Temennimiz, Allah sana rahmet etsin ve harekete geç!

Ruhu daralan gençliğin sıkıntısı birbirinin tekrarı olan sosyal medyada kendileri için yeni olan eskilerin tekrarlarını yaşamaktır. Meşhur olmak için verilmesi gereken bedellerin keşfedilmesi, bu sayede daha çok para kazanmak, para kazandıkça para kazanmanın anlamını yitirmesi ve verilen bedellerden sonra meşhur olmanın bir anlamının kalmaması durumu. Kısır bir döngü, anlamsızlığa açılan bir paradoks haline gelmektedir. Kelamdan uzaklaşan her bir sözcük karşılığı maddi olarak ölçülebildiği müddetçe kıymetli görülmektedir. Maddi olarak ölçülebilen her şey değiştirilebilir yahut daha önemli şeyler için terk edilebilir. Kelamın kaleme köle olmaması, aksine kelamın kalemi köle etmesi bundandır.

Son söz olarak eli kalem tutanlara ilk hitabımı tekrar ediyorum:

İşte eli kalem tutanlar bilinçli bir kalem olmak istiyorlarsa tercihlerini yapmalı, hedeflerini belirlemelidirler. Üzerlerindeki vebal her şeyden fazladır. Yazmadıkları, bilinçlenmedikleri ve bilinçlendirmedikleri her dakika hesabını veremeyecekleri bir sorumluluğun altına girmekteler. Eli kalem tutanların üzerine düşen görev ağır ve çok olmakla birlikte karıştırılmaması gereken bir konu vardır. Her eli kalem tutan kalem sayılmaz. Yani yazabilme kabiliyetini kazanmış olan herkes yazar olmuş değildir. Kendilerine bahşedilen bu özelliğin hakkını vermekle mükelleftirler. Her sözleri kelam olmasa da kelama ulaşan yola girmeleri gerekmektedir. En azından elinin kalem tutabildiğini düşünen herkesin gerekirse  irtibata geçip bir şeyler ortaya koymalarının vakti geldi de geçti bile. Ama geç kalınmış harekete geçmemenin bir bahanesi olamaz. Eli kalem tutanlara dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizdeki ihtiyaç da ortadadır. Ben eli kalem tutan kardeşlerime yardım için her zaman hazırım. Kalemi körelenin kalemini sivriltiriz. Kelama yönelenin kalemini öperiz. Ayrıyeten yazmadıkları her dakika vicdan azabı duymaları için elimden geleni de yapmaya çalışacağımı şimdiden söylemeliyim.

Muhabbetle kalın.

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir