Habibe Basatemur

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de salih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir.)” Asr/1-3

Mekke döneminde, İslamiyet’in doğuşunun ilk yıllarında nazil olan Asr sûresi , ayet sayısı az olmasına rağmen Kur’an-ı Kerim’in özü sayılacak bir mahiyettedir. Sûrenin önemine dair  İmam Şafi (rahimallahu aleyh)  der ki: “Hiç bir sûre nazil olmasaydı, sadece Asr sûresi bile yeterdi.” 

İnsan yaşadığı her an ya kazanç ya da kayıp içerisindedir. Asr sûresi özü itibariyle bir müminin hayatında var olan bu  kazancın veya kaybın ne olduğunu açık bir şekilde ifade etmiştir. İmam Şafi’nin müminler için yeterli olacağını söylemesi de bu hikmete binaendir. Kendi zatından başka bir varlık üzerine yemin etmemizi yasaklayan Allah c.c. zaman kavramına yemin ederek oradaki hikmeti anlamamızı murat etmiştir. 

Zamana yapılan yeminin ardından  insanın ziyanda olduğu haber verilmiştir. Zaman ve ziyan kavramlarının art arda gelmesi de hâlimizin izahı için  yeterlidir. Zira en çok gaflette ve ziyanda olduğumuz kavram zamandır.  Geçmekte olan zamana hakim olduğumuzu zannediyoruz. Hâlbuki Allah, bizim ve kainattaki her şeyin sahibi olduğu gibi  zamanın da   sahibidir . Bizler   sadece doğduğumuz gün ile ecel vaktimizin geleceği ana kadar geçmekte olan zaman aralığından geçiyoruz. Geçtiğimiz bu zaman aralığı kimi için bir saatten az olabilirken kimi için yüzlerce yıl olabilir. Asıl mesele bu zaman aralığının  uzunluğu veya kısalığı değildir. Asıl mesele bu zaman aralığı içine anlamlı bir hayatı sığdırıp sığdıramadığımızdır. 

Ömrü kısa nice insanlar vardır ki o ömre aklın hayalin alamadığı  işler sığdırmışlardır. Ömrü uzun nice insanlar da vardır ve onlardan geriye kalan sadece koca bir hiçtir. Bir de hem ömrü uzun hem yaptıkları salih amellerle Allah’ın rahmetinin tecellisine vesile olanlar vardır ki ne mutlu onlara. Alimlerimiz de Allah’tan O’nun yoluna hizmet etmek için uzun ömür istemeyi tavsiye etmişlerdir. Yoksa boşa geçen uzun ömrün ahirette başa bela olması kaçınılmazdır.  Ecel vaktimizi bilmiyoruz ama bildiğimiz bir şey var, Allah dinine yardım edeni yardımsız bırakmayacaktır. Ömrünü salih amellerle süsleyenlere karşılığında çok büyük mükafatlar verecektir. Bizlere düşen sabır  ve sebat ile dünyanın tüm çekiciliğine rağmen istikamet üzere olmak için çabalamaktır. Böyle yapmaya gayret gösterirsek biiznillah ömrümüz bereketli olacaktır.  Aksine davranıp, hayatın sadece bu dünyadan ibaret olduğunu zannederek, gözlerimizin boyanmasına  izin verirsek gaflet uykumuzdan uyandığımızda çok geç olabilir. Zira dünya ardından koşan herkesi avuçları içine alır. Önce masum hayaller kurmasını ister, rıza-i ilahiden yoksun hayaller. Ve bu hayaller gerçekleşince dünyanın en mutlu insanı olacağına inandırır. İnsan hayaller ve gerçekler girdabında iken hasbelkader gün gelir nasip olur hayali. Sonra başka bir hayal alır yerini. Bu hayaller peşi sıra gelir gider ancak bir türlü doymak bilmez insan nefsi. “İşte şimdi her şey tamam, mutlu olmalıyım.” dediği anda mevcut ruh hali koca bir hayal kırıklığı ve tarifsiz bir boşluk hissi.  Hâlbuki belliydi, bu isteklerin sonu gelmeyecekti. Her ne ise istenen hep daha fazlası istenecekti. Elde edilse dahi o boşluk hissi hiç dolmayacaktı. İşte orada anlamalıydı insan; araç olmaktan çıkarak amaç haline gelen, bir hikmete vesile olmayan hayaller, eldeki imkanlar, sahip olunduğu sanılan varlıklar sadece birer oyalanmadır. Kimi makamıyla oyalanır, kimi malıyla, kimi güzelliğiyle, kimi de evladıyla. Herkes kendi bilir  kalbini kuşatan, onu oyalayan şeyin ne olduğunu. Bunu kalbini yoklayarak anlayabilir insan. Her şeye rağmen  kalbinin bir türlü  tatmin olmaması, kalbinde sahip olduğu özün hâlâ ölmediğine işarettir. Kalbi ona yegane mutluluk kaynağının Rabbine kul olmakta saklı olduğunu, elindeki tüm imkanların O’nun verdiği ikramlar olduğunu haber verir. Gerçek kazanç sahipleri kalplerini dinleyenlerdir. Bir de kalbinin sesini duymak istemeyenler vardır. 

Bu sese kulak tıkayan insan  dünyaya, şahıslara, makamlara, zenginliğe  haddinden fazla mana yükler. Ahireti için bir çaba göstermez. Tüm hayatı, aklı, fikri kendi  dünyasıdır. Hesapsız bir hayat  yaşamak  tek gayesidir. Manadan yoksun, zamanın erittiği, unutulmaya mahkum bir ömür yaşar. Ve en can yakıcı olan ise bir şeylerin yanlış olduğunun farkında olmamasıdır. Dünyadaki tüm seslere açık olan kulaklarının, kalbinin  sesine sağır olmasıdır. Nihayetinde bu sağırlık  tûl-i emelin (Uzun emel, zevk ve safâ sürmek için çok yaşama arzusu.) oyuncağı yapar sahibini. 

Tûl-i emel sahibi olmak dünya metâının  asıl mutluluk kaynağı olduğu zannına götürür. Ve bu zan insanı elindeki tüm nimetleri kendinden bilmeye ve sahiplenmeye sevkeder. İşte materyalist düzenin istediği gönüllü köleler bu zihniyetin ürünüdür … 

“Ben kazandım, ben başardım, ben ben!” dedikçe ortada benden başka bir şey kalmaz olur. Ve bu benlik kendinden başkasını görmez. Bu zihniyet asıl mutluluğun maddi olanda olduğunu fısıldar. Paran varsa güçlüsün, harcadıkça yaşarsın! Her ne hikmetse harcadıkça harcayan, gününü gün edenlerin  ruhları çok çabuk sıkılır. Böylece varlık içinde yokluk hâli başlamış olur. Kimse artık mutlu edemez onları.  Hâlbuki mutlu olmak için bunca lükse lüzum yoktur. Sınırlı olan ömrümüzde Rabbimizin ikramı olan gören  gözlerimiz, tutan ellerimiz, ailemiz, sevdiklerimiz mutlu olmak için en güzel sebeplerimizdir. Unutmamamız gereken hassas nokta ise tüm bu güzelliklerin Allah istediği müddet bizimle olacağıdır. Asıl mutluluk onlarda değildir. Bu hakikati hatırda tutmak zorundayız. Zira içinden geçtiğimiz zaman aralığı imtihanlar ile doludur. Bazen eksiltilerek bazen çoğaltılarak imtihan edileceğiz. İşte burada kalbimizi yoklamak için kendimize sormamız gereken kritik bir soru var: Gerçekten şu an sahip  olduğumuz her şeyi kaybettiğimizde de selim bir kalbe sahip olabilecek miyiz? “Rabbim hiç bir şey benim değildi, yegâne Malik olan sensin!” diyebilecek miyiz? İşte gerçek huzur, gerçek mutluluk hem esenlik hâlinde hem de en olunmaz anlarda Allah’a sığınabilmekte ve tüm acziyet ile huzura varabilmekte saklıdır. Fani dünyanın sevincinin de acısının da geçici olduğunu idrak etmeliyiz. Bizden evvelkiler de geldi ve geçti. Onlar da bazen sevindi bazen üzüldü. Ama bu hisler bu dünyada kaldı. Bizimkiler de öyle olacak. Biz heybemize katacaklarımıza bakalım. Zamanın içinde yok olanlardan olmayalım. Anlamlı bir hayat için var gücümüzle gayret edelim. Velhasılı kelam dünyaya, mahlukata vereceğimiz manayı dengeli tutmak ve kalbimize sahip çıkmak zorundayız. Biz sahip çıkmazsak işgal edilmesi çok zor olmayacaktır. Kalplerimizi sık sık dinlemeli ve istikamet üzere olup olmadığımızı yoklamalıyız.

 Akıp giden zaman içinde sadece varlıkta değil yokluk hâlinde de vakar sahibi olmayı düstur edinmeliyiz. Zira bu duruşu ilke edinemez isek varoluş hikmetimizi layıkıyla idrak etmiş olamayız. 

Burası dünya, her şey biz insanlar için. Ne zaman nasıl bir imtihanla karşılaşacağımız Allahualem.  Bizlere düşen, nimetlerin  şükrünü, imtihanların ise sabrını ifa edebilmektir. Her gelenin bakıp geçtiği bu dünyadan, razı olunmuş kullardan olarak geçebilmek duasıyla… 

 Sular Hep Aktı Geçti,

Kurudu Vakti Geçti,

Nice Han Nice Sultan,

Tahtı Bıraktı Geçti,

Dünya Bir Penceredir,

Her Gelen Baktı Geçti..

Yunus Emre

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir