Caner Yılmaz

Kızım…

Savaş göğsümüzün narin kabzasına dokundururken nefsini, kavramlarımı namlulaştırarak seninle konuşmaya çalışmak savaşta olmanın ihtişamıdır. Golgato’da yağmurlar yağıyor  ve ben seni Rubikan Nehri’nden geçerken görüyorum…

Sen yokken dünya, olanların olmuş olmasındaki anlamın çok da kale alınmadığı bir kıskaç haline dönüşmüş durumda… Zaman sadece şimdiye sıkıştırılıyor. Şimdi hep zamanı sıkıştırıyor… Şeyler şimdiyi işgal etmekle meşgul. Sen yokken ben ömrümü olanın ötesindekinin umudunda uyutmakla meşhur oldum. Savaş kızıştığında avuçlarınla örtmek isterdim yüreğimi, parmak uçlarından dökülecek kavramlara dokunmak isterdim. Sen yoksun ve savaş bütün olağanlığıyla Musa’yı Mısır’dan çıkarıyor. Yusuf avmlerin dipsizliği için terkedildi. Hira hep mahzun ve مَا وَدَّعَكَ رَبُّكَ وَمَا   قَلَىٰ

 Düşlenmeyeni düşünmek ne kadar güç olabilir ki kızım? Seni… İmge yok, kavramlar çıplak ,ham ve şavaş kapımızda göğsümüzü bilemekte. Kim bilebilir? Belki de İsmet Özel’in dediği gibi savaş çoktan bitti biz nöbette unutulduk.

Önce söz vardı kızım. Peygamberler antropomorfik olarak söyleyecek olursak hep gökten bahis açtılar. Gökdelenler sonra icat edildi. Mantıkçı pozitivistler felsefenin yaratım alanını metafiziğe düşman edince uçurumlar yaşamın yaratımında rol oynamamaya başladı. Her şey bilinmeliydi. “Bilinmeyen yoktur” sloganı bilimsel baskının metafiziği eleme kılıcıydı. Artık dünyanın en son dinlemesi gereken söz kulağa şayan kabul edilmiyor. Ve sen en çok gölgelerle karşılaşacaksın, seni en çok gölgelerin yaşamı hüzünlendirecek. Varlık görünüm küresine indirgendiğinden bu yana sahip olmak iradenin idealine karşılık geliyor. Ruhunu nesnelerin anlamında bulan insanların coğrafyasında yaşamak kederlendirmesin seni… Savaş hâlâ var…

Tek boyutlu mekanik insanın anlamı belki de şu cümlede kızım: “İnsanlar kendilerini satın aldıkları metalarda tanımaktadırlar; ruhlarını otomobillerinde, müzik setlerinde, içten-katlı evlerinde, mutfak donatımında bulmaktadır. Bireyi toplumuna bağlayan düzeneğin kendisi değişmiş ve toplumsal denetim üretmiş olduğu yeni gereksinimlerde demirlenmiştir.” Tarık bin Ziyad’ı hatırla kızım… Hatırda tut. Hatırını diri tut. Saçlarından süzülen ilhamlar çağın nihilist limanlarına meydan okusun..

Boyan kızım… Ama kozmetiğin azmanlaşmış kitlesel çirkinlik algısının ötesini haber verenle. Dramatize edilmişliğin ekonomisinden arındırarak ruhunu, duanın duygusunda yarat cümlelerini. Duan güzelliğindir.

Nesneler işgal edildi. İlginç olan işgal edilenin işgale maruz bırakması. Meşguliyet işgale maruz kalmanın ve işgal etmenin düalistliğinde gerçekleşiyor. Varlığın anlamı, satın alabilmenin gücüne mıhlanırken sen daima daim olana borç verilebileceğini bil. Savaşı en çok yüreğine yakıştırdığın günlerde toprağımda çocuklar yeşerecek ve ben seni ellerinde bir tas hurmayla düşüneceğim. Sana yağmurlar seslenecek, belki de güvercinler konacak gamzelerine.

Yavrum… Mutlaklaşan gücün idealindeki toplumda beliren talan ve işgal eylemleri sonun ifadesiyken sonun başlangıcı için olmalı ilk adımların. Düşeceksin biliyorum ama yürüyeceksin.

Baudrillard, “Moda derin bir baskı karakterine sahiptir ve yaptırımı ya toplumsal başarı ya da toplumsal dışlamadır.” derken aslında sana hicretin yolunu gösteriyor. Moda ve mana zıtlığında mananı markada değil takvada aramayı unutma.

İnsanlar artık marka satın alıyorlar kızım…

Kartezyen felsefenin varlığın mutlak belirliliğine ve temel arkhe oluşuna dair düşüncesinin gelişmesinde etkili olan parçacı karakterin yaşam düsturu “Satın alıyorum o halde varım!” mottosu üzerine konuşlandırıldı. Sen isyan et ve varlığa gel. “Lâ” süpürgesini bilmelisin kızım. “Lâ” da tomurcuklansın ilk konuşman. Ama sonra hep “ancak” gelsin. Lâ salt olarak nihildir.

Yaşamı satın aldıklarınla değil satın alınması mevzu bahis olmayanlarda temellendir. Bir şeyi varlığının imkanı üzerinden değil yokluğunun imtihanı üzerinden anlayabilirsin kızım… Burada Aişe anneni hatırla, elinde sadece bir parça et kalsın.

 

Sen yoksun kızım… Her şey yarım, tamamlanmamış, kemal içre olmamış. Ben eksiğim ve eksik bıraktım. Sen yoksun. İsmet Özel amcan hep vaveylâyı anlattı:

Kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

Bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

Tütmesi gereken ocak nerede?

Savaş toprağa hiç secde etmedi, toprak vitrinlerin kışkırtılmış süsünde uyuttu kalubelasını… Belki de ben düşlenmeyeni düşünerek öleceğim. Ama unutma:

“Savaş bittiğinde taze incirler toplayacağım senin için.”

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir