Muhsine Sevra Kaçalin
‘‘Ay doğmuyorsa yüzüne,
güneş vurmuyorsa pencerene,
kabahati ne güneşte ne ayda ara.
Gözlerindeki perdeyi arala.’’
Pencere, mekânları aydınlatma ya da havalandırma amacıyla duvarlara ya da yüzey üzerine bırakılan açıklık olarak tanımlanır. Etimolojik olarak ise, Farsça aynı anlama gelen pancare sözcüğü ile eş kökenlidir. Farsça bād “rüzgâr, yel” ve gīr “tutan” anlamına gelmektedir. Bu sözcüğün Farsça bādgīra veya bādcīre olarak bilinen, “hava deliği” anlamına gelen sözcükten evrilmiş olması muhtemeldir. İngilizce’de window(pencere) kelimesinin de Orta İngilizce windoge sözcüğünün deformasyonu ile oluştuğu bilinmektedir. Eski Norsça’da vindauga (vindr: rüzgâr; auga: göz) olarak bilinen kelime de “rüzgâr gözü” anlamına gelmektedir. Bu bakımdan pencerenin de pencere kelimesinin de dünyanın hemen hemen her yerinde benzer anlamlar taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Peki pencereleri insan hayatında önemli kılan nedir? Başlangıçta olabildiğince küçük olan ve yalnızca aydınlatma ve havalandırmaya hizmet eden pencereler bugün ne gibi amaçlara hizmet etmektedir?
İnsanoğlu dünya tarihi boyunca belki de ilk defa bu kadar konfor alanını genişletmiş, refaha ve feraha ilk defa bu kadar önem vermiştir. İçinde yaşadığımız bu çağ insanın konforlu bir hayat sürme isteğini doruklara taşımıştır. Hâl böyle olunca geçmişi M.Ö 3. yüzyıla kadar dayanan pencerelerin de yaşanan döneme göre şekillenmesi kaçınılmaz olmuştur. Önceleri sadece aydınlatma için yahut havalandırma için kullanılan pencereler bugün yaşadığımız mekanların dünyaya açılan gözleri niteliğinde. Dışarıyı görmek için açılan pencereler aynı zamanda içinde bulunulan mekan ile dışarı arasında ters yönlü bir ilişki de sağlamaktadır. Pencerenin ardından dışarısı görülürken içerisi de görülebilir kılınıyor. İnsanlar dışarıyı görmek istedikleri oranda evlerinin pencerelerini büyük yaptıkça içeriyi de dışarıya bir o kadar açıyorlar. Evlerinin gözleri büyük olunca görebildikleri de daha çok olacak zannediyorlar belki de. Oysa bakmak ile görmek arasındaki fark kadar büyük değildir büyük pencereden bakınca görülenle küçük pencereden bakınca görülen arasındaki fark. Marifet görmeyi bilen bir çift gözdedir.
Görmeyi bilen göz nedir? Herkes bu dünyaya bir çift göz ile gelir; kimi görür, kimi doğuştan göremez dünyayı, kimi sonradan görme engeline takılır. Ama en büyük engel bir insanın ömrü boyunca ona bahşedilen gözleriyle gerçek manada dünyaya bakamamasıdır. Denize bakıp sadece su görmek bir engeldir, ormana bakıp sadece ağaç görmek, yere bakıp sadece toprak görmek bir engeldir. Bakma engeline takılıp görmeyi es geçmek bir engeldir. Oysa hayatı yaşarken bize dünyayı görmemiz için çok imkânlar sunuluyor. Bakış açımız dünyayı anlamlandırırken eşyayı nasıl göreceğimizi belirliyor. Bir ağaca bakıp kuru dal görmek de bir yaşam görmek de bizim elimizde. Yaşadıklarımız hayatı anlamlandırma kabiliyetimizi ne kadar etkiliyorsa gördüklerimizi anlamlandırma şeklimiz de yaşantımızı bir o kadar etkiliyor. Hayatı anlamlı kılmanın yolu dünyaya açılan pencerelerimizden, yani gözlerimizden geçiyor. Rûmi’nin dediği gibi ‘‘Ay doğmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene, kabahati ne güneşte ne de ayda ara. Gözlerindeki perdeyi arala!’’
0 yorum