Muhsine Sevra Kaçalin

“Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız.

Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor,

Görüyorum dönence.’’

İnsan duygularının mahkumudur. Ona hükmeden hangi duygu ise o duygunun hakimiyeti altında kendine bir rol biçer. Kimi zaman hüzünle boğuşur, hatta kendi hüznünde boğulur. Öyle bir an gelir ki artık hüznün yoldaşlığı yetmez, onu alır hayatının en bilindik yerine koyar ve kendini onunla tanımlar. Kimi zamansa tam tersi öyle mutludur ki mutluluğu hayatının olumsuz yönlerinin önünde bir set gibi durur. Bir nevi Polyanna sendromuna yakalanmış da denebilir böyle insanlar için. Kimi zaman öfkesinin, kimi zaman kininin esiri olur. Öyle günler gelir ki korkuları yönetir onu. Bazı insanlar korkularını cesaret maskesiyle bastırır. Bazıları ise tüm acziyetiyle korkularına teslim olur. Saymakla bitmeyecek kadar derindir insan ve insanın duyguları. Kadınlar başka yaşar, erkekler başka, çocuklar bambaşka yaşar bu duyguları. Yaşa göre ve topluma göre de değişir duyguların yaşanma şekli. Bastırılmış duygular, coşturulmuş duygular, kendi içinde yaşananlar, yaşanmasına ne içeride ne dışarıda müsaade olunmayanlar… lar da lar… Böylece uzarlar. 

Yalnızlık da bu duygulardan sadece biridir insan için. Her insanın yalnızlığı farklıdır. Kimi memnundur hâlinden, kimi memnun olduğunu söyler, şikayetçidir. Kimi şikayetçidir, kimi de şikayetçi gibi durur ama her hâlinden bellidir memnunluğu. Mesela bütün gün yoğun bir tempoyla çalışmış insanın akşam eve geldiğinde bulmayı umduğu yalnızlık ile sabahtan akşama kadar ev-iş-çocuklar üçgeninde koşturan annenin akşam aradığı yalnızlık aynı olabilir mi?

Umulan yalnızlık ile bulunan yalnızlık aynı olmadığında kaybolur insan ruhunun çöllerinde. Kendini ararken uğradığı her durak birer serap gibi afallatır insanı. Çöl sıcağının en dayanılmaz anında beyni sıcaktan sulanmış, dili damağı kurumuş bir yudum “insan” ararken yalnızlığı çöl rüzgârları gibi çarpar yüzüne. Böyledir yalnızlığın en acımasız yüzü. Oysa insan kendini dinlemek için sessiz bir ortam bulup elinde kahvesi oturunca yalnızlığı ile övünür durur. Yalnızlık bir fincan kahveyi sıcakken içebilmekse eğer üstüne bir de yalnız kalıp kitap okuyabildiyse değmeyin keyfine. Kiminin yalnızlığı bir çöl edasıyla insanın ruhunu savururken kimi yalnızlığı kovalar durur ruhunun sokaklarında. 

Bilinen bir gerçek vardır ki yalnızlığı arayan da yalnızlığı bulan da bir umudu kovalar. Ruhunda çiçeklerin açtığı, bahar kelebeklerinin uçuştuğu o baharı. Yalnızlığı arayan insan kendinden memnunsa ve kendiyle mutluysa yalnızlık onun için sadece laftadır mesela. Kendi ile dosttur, bir an olsun yalnız kalmaz. Kendini eğlendirir, destekler, mutluluğuna ortak olur, üzüntüsünde kendi sırtını sıvazlar. Yalnızlığı bulan ise kendi köşesinde, inişleri ve çıkışlarıyla öylece bekler birilerinin gelip onu bulmasını ve bu yalnızlıktan çekip çıkarmasını. Kendi başına ne elinden bir iş gelir ne de içinden bir şey yapmak. Sadece durmak ve beklemek.

İnsanın ruhunda çiçek açtıran da bahçelerindeki çiçekleri solduran da aynı duygudur aslında. Beklenti. Beklentileri en yaşanabilir olanlar, en mutlulardır onun için. Yalnızlık beklentisi tek başına kalmak olan insanın kalabalıklar içinde yaşadığı yalnızlık ona yüktür bu sebeple. O kahvesini tek başına yudumlamak, kitabını kendi kendine okumak ister. Bunun yanı sıra yalnızlığı kafa olarak yaşamak isteyen insan, tek başına kaldığında da mutlu olamayacaktır. Onun aradığı kalabalıklar içindeki yalnızlıktır. Kendini o topluluktan zihnen ayrıştırıp, bedenen orada bulunmak keyif verir ona. Her duygunun kendi içinde çelişkileri olduğu gibi yalnızlığın çelişkisi de budur. Yalnız kalmak, ama nasıl? Ama kiminle? 

Hani dedik ya ‘‘Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız, uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor.’’ Tıpkı böyledir duyguların karmaşası da. Bir insana gecenin zifiri karanlığını yaşatan bir duygu, diğerine güneşler doğurur. Şimdi daha iyi anlıyoruz sanırım şarkıyı, ‘‘Simsiyah gecenin koynundayım yapayalnız. Uzaklarda bir yerlerde güneşler doğuyor, görüyorum dönence.’’ Duygular da dönenceler gibi iki ayrı kutbundaki enlemleridir insanın. Bir gün sana huzur veren duygu, diğer gün cehennemi olur ruhunun. Onun için duygunun dönencesini seçmek, beklentiye girmemek en güzelidir yaşam için. Yaşarken mutlu olmanın ve huzurun yolu seçtiğin duygunun dönencesini ellerinde tutmaktır. Kışın yazı, yazın kışı özlemek yerine kışın soğuğun, yazın sıcağın keyfine varmaktır yaşamak. 

Not: Yalnızlık üzerinden ele alınan bu yazıyı her duyguya uyarlamak kişinin kendi dünyasını anlamlandırma şekli ile ilgilidir. 

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir