Caner Yılmaz

Görselin kendi şiddetini kitlelerin iradesi üzerinden ürettiği bir zaman diliminde; yazının kendisine dönük olup, sözelin anlam transfer yapısını tiye almamak da bir tür terörizm sayılmalıdır. Nihayetinde yazmak da görselleştirmek demek. Entelektüelliğin rezidanslaşması ile birlikte kelimelerin bir nevi mankene, kelimelerin kendisini dayandırdığı epistemolojik zeminin ise ışıltılı sahneye dönüşmesini de bir çeşit sergi değeri olarak kabul edebiliriz. Bunların hepsi gerekçelendirilmemiş ve kendi kendisinin paradoksu olarak kabul görebilir ki aslında gerçek olan da bu… Sorun da bu zaten… Var olmak ile görünüyor olmak arasındaki ayrımı sağlayacak şey nedir? Yapılagelen her şey neredeyse görünmek veya görüntülenmek üzerine pratize ediliyorsa; var olmak, görünüyor olmak ile özdeş midir, eş değer midir? Geçenlerde “gördüklerimiz bildiklerimizi işgal ediyor“ benzerinde bir yazı ilişmişti köşeyi dönerken… Görüntüleşmek ve vâr olmanın anlamını; görünebilirliğe ve görüntüde karşılık geldiğimiz şey her ne ise ona kıyaslayarak kendimize değer biçmek, kendisinin nesnesi olmak anlamına geliyor. Yani, kendisinde mobilize edilmiş sömürgeci işlevsellik yaratmak… Kierkegaard, can sıkıntısı kendiliğin  reddedilmesinin geliştirdiği bir çaresizlik sonucudur, diyor. Şimdi olsaydı bunu daha gür bir sesle dillendirirdi. Herkes koşarak kaçıyor kendisinden… Fotoğraflarda olmayı tercih ediyoruz. Bir gün kameralar sendikal eyleme girişip yanan flaşlarla kendileri arasında sınıfsal bir ayrımın oluşturulmasını protesto etseler ne olurdu? Ya da telefonun arka kameraları ön kamerayla kendileri arasına çekilmiş sınırları boykot etmek için greve gitselerdi? Kriz, kaos ve insanın varlıktan düşmesi gerçekleşirdi muhtemelen… Ha bir de Keloğlu grevde ayran dağıtırdı…

Görünüyor olmak şirktir… Ontolojik şirktir… Riya şirk ise eğer görselleşmek de şirktir… Terörize bir akıl yürütme olarak değerlendirilebilir bu, fakat Marx-Engels çizgisinden bakarsak artı ürünün sermayeleştirilmesinin sürdürülmesi için kitlenin kanalize edilmesi gerekmektedir. Kapitalist modernite bunu görselleşmek üzerinden insanın metalaştırılması ve pazar alanına dönüştürülmesi şeklinde düzenledi. Görselleşmek, beğeniye açık hale getirilmek demektir. Aynı zamanda beğeninin şiddet içeren beklentisine kapılmaktır.

Her şeyin potansiyel şiddeti var. Ölçünün anlam olarak yaşama sunulması, şiddeti revize etmenin ve denge yaratmanın sahasına denk geliyordu. Konformizm mucizeler yaratma iddiasının yürütücü mercii olarak güç geliştiriyor. Olağanüstülüğün mercii. Kitlelerin hem görüntüde kalma hem de anormalleşmeye yönelik gördüğü popüler kültür baskısı (şiddetin görünmez kılınması da denilebilir) ölçüsüzlükle at başı gidiyor. Vasatlık; ifrat ve tefridin baskılama girişimine karşı geliştirilmiş bir bilinçtir. Fakat bunu sürdürmek kro, keko,  sayko vb. kavramsallaştırmalara maruz kalmak anlamına geliyor. Bunların hepsi görüntünün epistemolojik ve ontolojik karmaşalarıyla ilgili. Transformatif bir ontolojisi var. Sürekli avatar üretebilen bir zemini var görüntünün. Değişen her görüntüde değişen insanlar olabiliyor artık. Örneğin sokaktaki mağazanın, dükkanın vb. camlarından kendimize bakarken birinde iyi  diğerinde kötü hissedebiliyoruz. Bu ani duygusal değişim gördüğümüz şeyden bağımsız olmasa da, sebep bence bize görüntüyü sunan aracın özü ile ilgili. Işıklandırılmış aynalarda mutludur herkes…

Görünürlükte değişiklik kolaydır. Kameraların montajlama ve resim üzerinde değişim yapabilme niteliklerinin olanakları baya geniş bir sahne sunuyor görselin şiddetine. Ürettiği ilk şiddet bence şu; Bundan daha iyi olabilirim. Ayarlar, canlılık, pozlama, ışıklar, kırpma… Resim demişken, fotoğrafla arasında bir ayrım yapmak gerekiyor bence. Fotoğraf; anısı olan, baktığında sana bir zamansal deneyimi hatırlatan duygusal üründür, resim ise donuk, traşlanmış, maruz kaldığı pürüzsüzlükten dolayı duygusal olarak minimalize edilmiş bir şey… Resim çekmek eğlence sektörünün, ve kapitalizmin pazar alanıdır. 

Çok karmaşık bir yazıya dönüştü farkındayım. Bazen içeriğin seyri konunun karakteristiğini yansıtır. Varlıkla görünürlük ve yazı ile görüntü arasında ki düşünce gelgitleri, karmaşanın temel sebebi olsa gerek diye düşünüyorum. Gerçeklikten çok uzak bir boşlukta yer-sizleşmiş yurtsuzlaşmış olarak var olabiliyoruz. Var olmak işgal edildi. Pesimist paradigmanın yaratıcı mekanizmasıyla her şeyin inkarını gerçekleştirmeliyiz. Yaşamın terörize edildiği ve meşruluğunu etik merkezin dışında bir şeyle pratiğe döktüğünü bilemiyoruz artık. Körleşmenin yaşamsal belirtiler olarak vücuda geldiği bir atmosferin içindeyiz. Öyle görüyor, öyle okuyorum. Kötülüğün sıradanlaşmasına karşıt olarak kötümserliğin sıradışılığına hayranım. Çok mu kötümserim? Olabilir… Sanırım başka bir alternatif kalmadı.

gözlerinde bir şimşek çaktı bakışlarım ıslandı

yanakların yağmurdan ıslak, gözlerin güneşli

kurtlar doğuruyor, kuzuları kollayayım

sen gözlerinle beni okşasan

çoban değneğim tesirli bir silah olacak

sen gözlerinle beni okşa

çoban değneğim tesirli bir silah olacak

savaş bitince senin için taze incirler toplayacağım

seninle kalacağım

seninle okuyacağım

ve seni güneşli hayranlığında öpeceğim

eğer bulutlar izin verirse…

Mohammad Ebrahim Jafari – Gri

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir