Esra Göktepe

Dünya yoktu bir zamanlar. Kâinat da yoktu. Hiçbir şey yoktu. Varlık âlemi de yoktu. Hatta ondan önce diye bir şey de yoktu. Çünkü zaman da yaratılmamıştı henüz. Zamansız ve mekansız bir tek “o” vardı. Bir “Ol!” emri erişti ondan. Kâinat ortaya çıktı, var edildi yoktan.

Bir ol emriyle her şey oluverdi. Ol emrine tüm kâinatın verdiği cevap, hâlâ göklerde yankılanıyor. İnansın, inanmasın herkes bu sesi birlikte işitiyor. Ol emriyle insanın da, kâinatın da yolculuğu başlıyor. Kutlu bir yolculuk. Yaratanını tanıma, bilme ve onun rızası için yaşama  ve ona ibadet etme yolculuğu.

Ondan öncesi yoktu. Yalnız “o” vardı. Zamandan münezzeh, mekandan münezzeh ebedi bir tek yaratıcı olan “Allah” vardı. Olacak olan her şey olmuş olanla birlikte birdi onun için. Onun için zaman yoktu, mekan yoktu, geçmiş ve geleceğin farkı yoktu. Dünya ve ahiretin önceliği ve sonralığı yoktu. Çünkü 0 zamana mahkum değil, zaman ona mahkumdu. Her şey gibi zaman da onun emriyle var oldu. Onun emriyle var olanlar, hep hikmetli ve düzenli varlıklardı. Zaman da öyle. Bir büyük nehir gibi gelip geçeceği her yer belliydi zamanın. Ve zamanın içerisinde yaratılanların her ayrıntısı hikmetle düzenlenmişti. Her ayrıntı hesap edilmişti. Çünkü kader vardı. Çünkü kaderin sahibi vardı. Kader onun ilminin bir nevi idi. Kader ne geçmişte ne gelecekte idi. Her şeye ezelden bakıyordu. 

Öyle sırlı bir yolculuktu ki bu yaratılış yolculuğu ve yaratıldıktan sonra yaşanacak her şey… Kainattan dünyaya, dünyadan içindekilere kadar, bir ağacın başındaki yaprağa kadar, bir insanın başındaki saç tellerine kadar her şey tek tek ayarlanmış, tek tek yerli yerine konmuş. Bir molekül zincirinde hangi atomların yer alacağı dahi kesin bir takdirle belirlenmiş. Bu yaratılış yolculuğunda kör tesadüfün en küçük bir izi dahi görülemez. Her canlı olması gereken şekil ne ise onu alır. Mandalina portakal olmaz, kavun kabak olmaz. İki ayak yeter insana, kırk ayak olmaz. İki el yeter insana, ahtapotun kolları gibi dallanıp budaklanmaz.

Her şey kader ile takdir edilmiştir. Çorbamıza ektiğimiz tuzun bile hangi tanelerinin tabağın ne tarafına düşeceği bellidir. Sabah işe giderken atacağımz adımlar, gözümüzü kaç kere kırpacağımız bile sayılıdır. Yüzümüzde, ellerimizde, ağacın gövdesinde, yedi kat göklerde, toprağın derinliklerinde, tüm gezegenlerde ne varsa her şey. Girintiler çıkıntılar bile rastgele değildir.

Rabbimiz insanı eşref-i mahlukat olarak yaratmış, kemal sıfatını yüklemiştir. Geri kalan her canlıyı insana hizmet etsin diye yaratmıştır. Sadece etiyle sütüyle yünüyle değil, yeri gelince şaşkınlık damarını yoklatıp Rabbin yarattığındaki hikmet ve intizamı göstermesi cihetiyle de yaratmıştır. Hangi modern fabrika ipek böceği gibi ağaç yaprağından sağlam kumaşlar elde edebilir? Arılar bal peteğini düzgün altıgen şeklinde yapmayı nereden öğrendi? Yarasalar 200 bin frekanslı sesleri nasıl duyabiliyor? Nasıl karanlık gecede bir yere çarpmadan uçabiliyorlar?

Daha matematiğin ifade edemeyeceği sayı kadar örnek verilebilir. Tüm canlılar insana Rabbini buldurmak için sıraya girmiş birer görevli değildi de neydi?

 Velhasıl bu yaratılış ve Rabbimizi buluş yolculuğumuz öyle sırlı ve kutlu ki. Kader tahtında ayarlanacaklar ayarlanmış, yol çizilmiştir. Ama o yollardaki yol ayrımları da kulun iradesine teslim edilmiştir. Bu yapılırken dahi yine kaderin eli değmiştir.

İnsan en güzel yolcu, kader bir dolambaçlı yol. Gerekeni yaptıktan sonra bu yola teslim olan, bu yolculuğu selim bir kalp ile tamamlayanlara ne mutlu.

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir