Şeyma Ertürk

Mevsim ilkbahar. Akşamüstü, sıcak bir esintiye eşlik ediyorum. Açık hava sinemasına denk geldim. Seyre daldım. Anne, baba, çocuklar… Mutlu bir aile, akşam yemeğinde. Hayaller kurmaya başladım. O masanın bir parçası olabilmenin hayalleri. İzlediğim sahne aile hayatına dair tek tecrübem. Parçalanmış bir ailenin çocuğuyum ve o masada hiçbir zaman gerçek bir aile gibi hep beraber olamadık. Ve ben yıllarca ailenin, izlediğim sinema perdesinde gördüğüm gibi olduğu fikriyle yaşadım. Yuva kurduğumda, yıllar önce seyrettiğim o yemek masasını umuyor, istiyor, beklentiye giriyor, arzuluyor, tek doğru zannediyordum. 

Bir akşam bir telefon geldi. Açık hava sinemasını izlediğimiz semtten evli bir arkadaşım. Geçmişi yâd etmek için öyle bir aramış. Konu ne olduysa o sinema akşamına geldi. Ve anlatmaya başladı. “Yıllar önce hatırlar mısın? Mahallemizde açık hava sineması etkinliği olmuştu. O akşam için çok heyecanlıydım. Dahil olma fikriyle akşam yemeğini erkenden yeriz diye keyifle masayı hazırladım. Eşim geldiğinde çok yoğun geçen iş gününden ötürü “Neden şu yemeği yapmadın? Neden masada tuz yok, diye aşırı fevri çıkışlar yaptı. Hiç tahmin etmediğim bir akşam oldu ve tartışmaya başladık. Masayı olduğu gibi bıraktım, hiçbir şey yapmak istemedim ve uyudum. Hâlâ ukdedir içimde, keşke bir daha olsaydı böyle bir etkinlik diye bekleyip durdum.” dedi. Telefonu kapattığımda büyük bir farkındalık yakaladığımı farkettim. Ben o sinema perdesinde mutlu yemek masasını izlerken yan evde yemek masasında mutsuz bir aile varmış. Bunu hiç hesaba katmamıştım.

Bilişsel Davranışçı Terapi çalışırken bu nüansı çok seviyorum.  Biz kendi zihin dünyamızı oluştururken hiç farketmeden beklentilerimizi de oluşturuyoruz.  En büyük üzüntü/yıkım bu beklentilerden ötürü oluyor. Ve bakıyoruz ki biz kendi kendimizi dibe çekmişiz. Bu tatlı canımıza bunu yapmaya niye devam edelim?  Bunu sayfa sayfa anlatmak istiyorum!

“Ben iyi bir ev hanımı olursam eşim beni çok sever. Veya iyi bir ev hanımı olduğum için eşim beni çok sevecek.” Bu fikri oluşturan biziz. Belki de artık ev işlerini eşimiz bizi sevsin diye yapıyor oluyoruz. Hiç farketmeden beklentiler büyütüyoruz. Eşimizden bir dönem eskisi gibi ilgi görmediğimizde “Demek ki iyi bir ev hanımı değilim ki eşim beni artık sevmiyor.” fikriyle kendimize haksızlık ediyoruz. Ya da eşimizin sevgisini, ev hanımlığımızla yönetmeye kalkışıyoruz. İzlediğimiz geçmiş sahneden, iyi ev hanımı olursam sevilmeye değer olurum fikrini benimsemiş olmaktan ötürü bu beklentiye giriyoruz. Tıpkı ailenin o mutlu akşam yemeği masasındakiyle aynı olacağı fikri ve beklentisi gibi. Bazen zihnimin “Bu kişi bunu kendi menfaati için yapıyor ve bu çok sinir bozucu.” dediğini duyuyorum. Ve bu otomatik düşüncemi dizginlemek için bu yersiz konuşmaları durduruyorum. “Onun bunu neden yaptığını bilmiyorsun. Bu sadece senin kuruntun. Gerçekten merak ediyorsan bunu açıkça sorabilir ya da onun hakkında kötü düşünmeyi bırakabilirsin.” Ve gerçekten işe yaradığını defaatle gördüm. Ya da zihnim “Akşam yemeğini hazırladığımı gördü, işim bittiğinde dinlenmem için çay yapmamı istemeyecek,” dediğinde “Bu kendi kendine kurduğun bir hayal. Bunu o an düşünmemiş olabilir ve senden çay istediğinde sana değer vermediğini düşünme. Gerçekten buna takatin yoksa, söyle ki bilsin.” telkini yapıyorum.

Biliş dünyamızı tek bir sahneye sabitlemekle kendimize zarar verecek beklentilere girdiğimizin ve bunları zihin dünyamızda ilmek ilmek büyütüp koca bir düşünce çığını üzerimize yuvarladığımızın farkında olalım! 

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir