Muhsine Sevra Kaçalin

Hedefleri vardır insanın, bu dünyada uğruna yaşadığı hedefleri. Olmak istediği bir yer, konuşlanmak istediği bir konum… Bazıları bu hedefe varmak için dört nala koşar, bazıları daha sakin adımlar atar. Neticede hayatını anlamlı kılmak isteyen herkes, kendine belli belirsiz hedefler koyar. Bazıları dünya hayatını sonsuz kılmayı hedefler, olmayacağını bile bile… Bazıları ise ölümü sonsuz hayata giden bir durak bilir ve bu durağa ulaşana kadar yolu anlamlandırmaya bakar.

Ölüm, çok soğuk bir kelime. Bir an ve bir nefes. Mühim olan o nefesi nerede, nasıl, ne uğruna tükettiğin. İşte böyle derler, bunun için yaşarlar. Yaşamları bile ölüm içindir, o ölümü anlamlandırmak içindir. Ölümü anlamlı kılmak için benliklerinden, kimliklerinden, dünya hayatında kendilerine bahşedilen tüm varlıklardan vazgeçerler. Kimi malından, kimi zamanından, kimi de canından… Bu varoluşsal bir adanmadır adeta. Niçin, niçin adanır insan? Tolstoy, “İnsan Ne İle Yaşar?” diye bir soru yöneltiyordu biz okurlarına. Şimdi ben başka bir soru soruyorum: İnsan ne için yaşar, ne için ölür? 

İnsanın ne için yaşadığı aslında ne için öldüğünün de mesajını verir bize. Hayatı anlamlı kılmanın yolunu arar insan. Bunun mücadelesini verir ömrü boyunca. Hayatının anlamı olmayan, hayatında bir hedef, bir çaba, gidilecek bir yer olmayan insan hayatı anlamsız bulur ve hayatının sonlanmasını ister. Bazı insanlar ömür boyu bu anlamı arar, bazıları ise daha erken bulur ve bu anlam uğruna yaşamaya başlar. Bir Müslüman dünya hayatında mutluluğu da huzuru da ancak Allah’a yaklaştığında, ona giden yolda seyrettiğinde bulur. Ancak bu yola girmenin de zorlukları vardır. Bir adanma gerekir. Bazı şeylere sırt dönmek gerekir, dünya hayatının sunduğu bazı zevklerden vazgeçmek gerekir, çile gerekir. 

Kur’an bize bunu “rabbani” kavramıyla anlatır. Rabbani demek, dünya hayatının zevklerine dinini değişmeyen, dinini onlara tercih etmeyen demektir. Hani peygamber efendimiz -ki o rabbanilerin şahıdır- “Bir elime ayı, bir elime güneşi verseler yine de davamdan dönmem!” demişti ya, işte rabbani bu demektir. Rabbani olmak peygamberin emrine uymaktır, Allah’ın yolunda olmaktır. Rabbani demek, Kur’an’ı okuyan ve öğrendiklerinden dolayı varlığını Allah’a, kulluğa adayan kimse demektir. Tüm peygamberlerin yolu da ümmetlerine emrettikleri şey de budur. O halde sonsuz hayatı istemek demektir rabbani olmak. Fakat bu kavramla kendini ibadete adayıp, dünyadan soyutlamayı da kastetmiyoruz. Rabbani, ilim adamıdır, İslami bilgiyi dünyanın dört bir yanına ileten kimsedir. İslam’ın adaletini dünyanın en uzak coğrafyalarına taşıyan, gönülleri İslam’la tanıştırandır. Allah insanı sadece ibadet etmek için, salih birer kul olması için yaratmadı. Salih olan, ıslah da etmeli. İnsanı yeryüzünün halifesi kılan Allah, yeryüzünde yapılan bozgunculukların hesabını da bizlere soracaktır. Onun için adanmak, varoluşsal bir meseledir.

Hayatı anlamlandırmanın, adanmanın bir yolunu Allah bize Kur’an’da “rabbani” kavramıyla veriyor. Diğer bir kavram ise “rıbbi” olmak. Rıbbilik de rabbani kelimesi gibi etimolojik olarak Rabb kökünden türemiştir. Ancak iki kelimenin karakter özellikleri bize iki farklı insan, iki farklı Müslüman tipolojisi sunuyor. Rabbani, İslam’ın ilim adamı boyutudur. İlmiyle amildir, ilim onun karakterinin bir parçasıdır. Rıbbi ise aksiyon insanıdır, sahadadır. Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabesinde ‘‘ ‘Kim var?’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakmadan fert fert ‘ben varım!’ cevabını verici, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yoktur! ‘ fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik…’’ dediği genç mefkuresi, rıbbi olana işarettir. Öne atılır, sahaya iner, meydanlardadır her daim. Ve rıbbi olanın bir özelliği vardır. Vehin diyor Allah; rıbbi vehne düşmez. Yani dünyayı sevmez. Ona yöneltilen dünyalıkları sevmez. Dünya nedir? Kulu Rabb’inden alıkoyan her şeydir. Eğer makam sevgisi Allah sevgisinin önüne geçiyorsa, makamdır vehin; meslek sahibi olma arzusu Allah’ın önüne geçiyorsa, meslektir. Anne baba sevgisi, evlat sevgisi, Allah sevgisinin önündeyse de bunlardır vehin.

Bazı insanlar hayatı anlamlandırırken zevk ve sefa üzerine kurar düzenini. Bazıları çocukları için yaşar, bazıları ise ölüm için. Kimi de öldükten sonraki sonsuz hayat için… İşte rabbaniler ve rıbbiler ölümden sonrası için yaşayan, kendilerini Allah’ın yoluna adayan kimselerdir. Ve bu hayatın son durağı olan ölüm ancak şehadettir. İnsan istese de istemese de ölecek. Bu hayatı sonsuz yaşayabilen yok. Bizden öncekiler nasıl gelip geçtiyse bu hayattan, biz de öylece gelip geçeceğiz. O halde şairin şu sözlerine kulak vermek gerekmez mi? ‘‘Madem ölüm tek bir defa gelecek, o da neden Allah için olmasın? ’’* Kur’an’ın bize gösterdiği yol da Allah’ın bize emrettiği hayat da ölüm de işte bundan ibarettir. Varoluş amacımız bu anlamda gizlidir. 

Rabbanilerin de rıbbilerin de son durağı olan ölüm anı şehadettir. Şehadet ise bir son değil, sonsuzluktur. Bugün İslam aleminin içinde bulunduğu durum düşünüldüğünde, günümüz Müslümanlarının bu ikisinden birini seçme lüksü olmadığını görürüz. Yani “ya rabbani olacağız ya rıbbi” değil! Hem rabbani olacağız hem de rıbbi!  Bu bizim için bir tercih değil zorunluluk olarak görülmektedir. 

O halde çağrımız olsun tüm müminlere:

‘‘Korkuyu korkutup çıkar içinden,

Bilensin yüreğin acı çekmeye…

Şehadet mümine farklı ölümden,

Ölümü yakanda gezdir gül diye…’’

* Abdullah Taşkıran

Kategoriler: Deneme

0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir