Kalemtıraş Ekibi

Yüz ölçümü: 51.197 km²

Nüfusu: 3.280.819 (2020 itibarıyla)

Bosna Hersek 1463 yılında Osmanlı yönetimine geçti. Beş yüz yıl boyunca Osmanlı yönetiminde huzur içerisinde yaşadı. Bosnalılar için Osmanlı’nın çöküş sürecinin başlaması üzücü olayların da başlangıcıydı. Önce Avusturya-Macaristan yönetimine, sonra Yugoslavya yönetimine girdi. Yugoslavya’nın çöküşü ile 1992’de Bosna Hersek Cumhuriyeti kuruldu. Bu durumu kabul etmeyen Sırplar ve Hırvatlar adeta bir katliama başladılar. 1992-1995 yılları arasında tabir yerinde ise BM gözetiminde bir katliam sürdürüldü. Her ne kadar tarih kitapları 3 yıllık bağımsızlık savaşı dese de olaylara şahitlik edenlerin anlattıkları bunun bir katliam olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Anlatılan çoğu olayı bırakın anlatmayı, düşünmek bile insanın akıl sağlığını kaybetmesi için yeterlidir. 

Bosna’da katliam sonrası toplu mezarların yerleri dahi ancak mavi kelebeklerle tespit edilebilmiştir. Mavi kelebeklerin kondukları yerler kazılarak toplu mezarlıklar bulunmuştur. BM’nin yalnızca Hıristiyanların hakları için harekete geçen bir oluşum olduğunun ispatı olmuştur bu toplu mezarlar. Hollanda askerlerinin tarihine de bir kara leke olarak eklenmiştir.

Gel gelelim Avrupa’nın göbeğindeki bu Müslüman beldesinin bizlerle olan gönül bağına. Bosnalılar Osmanlı hakimiyeti sonrası İslam’a toplu halde girmişlerdir. Hatta öyle bir gönül bağı oluşmuştur ki kendilerine Türk demeye başlamışlardır. Lakin bu gönül bağının kavileştiği zamanlardadır. Asıl muhabbetlerinin çok daha eskiye dayandığı söylenir. Hikâye odur ki son İslam güneşi dünyaya teşrif etmeden önce Bosnalı rahipler kitaplarında bunu okumuşlar. Yeryüzündeki karanlığa son verecek ve dünyanın sonuna kadar, uygulandığı takdirde, refah ve huzur getirecek sistemin kurucusunun izini sürmeye karar vermişler. Satır satır, kelime kelime, harf harf takip etmişler kitaplarını. Adım adım, fersah fersah yolları izlemişler. Nice günler, nice aylar ve nice yıllar yolları ve izleri takip etmişler. Sonunda işaretlerin tamamının kesiştiği Medine-i Münevvere’ye kadar varmışlar. En merkezi ibadetgâha gelip “Kimdir buranın önderi?” diye sormuşlar. Ak sakallı, iri yapılı, kel kafalı, heybetli bir adam çıkmış karşılarına. Sevecenlik ve merhametle süzmüş onları. Elbiseleri yamalı, ayakları çıplak, omuzlarında yılların ve yolların yorgunluğu olan bu rahiplere dikkatle bakmış. Buyur etmiş, oturup dinlenmelerini, karınlarını doyurup ihtiyaç gidermelerini ve sonra arzularını dillendirmelerini söylemiş. İtiraz etmiş rahipler. “Sen olamazsın buraların hakimi!” demişler. Saymaya başlamışlar fahr-i kainat, nur elçisinin özelliklerini. Gözleri yaşarmış artık üzerinde yaşlılığın ve ümmetin sorumluluğu olan Hattab’ın oğlu Ömer’in. Gözünün önünden geçmiş en hayırlı dostunun günleri. Ölüm dile gelmese gözde belirir, arifler kalpte olanı gözden okurlar. Bir yandan aradıkları yerleri bulmanın sevinci, bir yandan alemlerin Rabbinin elçisine ulaşamamanın hüznü çökmüş yüreklerine. Üç gün matem tuttuklarını söyleyenler var. Mateme fırsat bulamadan son dini talime başladılar diyenler de var. Ayrılık gelip çatınca müminlerin emiri Hattab’ın oğlu Ömer birer pabuç hediye etmiş onlara. Yalın ayak düştükleri yolda çektikleri eziyetler biraz hafiflesin istemiş. Papuçları giymek yerine sarılıvermiş rahipler. “Gül nebinin gül dostlarından bize gelen gül kokar. nasıl ayaklarımızın altında ezelim onları?” demişler. Gözleri dolan Hattab’ın oğlu, onların dilinde yalın ayak kimselere ne dediklerini sormuş. Ama doğru ama yanlış rivayetler o zamanlar rahiplerin “Bos” dediğini aktarıyor. Yola revan olan rahiplere iç çekerek demiş ki Hattab’ın oğlu “Yarısı sizden yarısı bizden olsun, siz bizim yalın ayağımızsınız, ey BOSNA!’’*

Hikâye doğrudur, yanlıştır bilinmez. Lakin Bosnalıların topyekün İslam’a girdiği, kendilerini Avrupa’da Müslüman kelimesiyle eşdeğer kullanılan Türk kelimesiyle isimlendirdikleri ve rahmetli Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in ölüm döşeğindeyken Bosna’yı Türkiye’ye emanet ettiği bilinen gerçeklerdendir. Zulmün çağlarını geride bırakmaya çalışan Bosna Hersek her zaman Türkiye’ye ve Türklere karşı muhabbetiyle bilinmektedir.

*Na Arapça’da ‘‘bizim’’ anlamında kullanılan bir zamir ekidir.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir