Zeynep Vayiç

10 yaşında bir çocuk.

“Bu ölümlerin önlenebilir olduğunu anlamalıyız.
Üçüncü dünya ülkelerindeki insanların da tıpkı bizim gibi düşündüğünü, güldüğünü ve ağladığını anlamalıyız.”

Bunlar 10 yaşındaki bir çocuğun ilkokul mezuniyet konuşması için fazla aktivist, barışçıl, hümanist ifadeler. Oysa fazla şımarık, bencil, neşeli, komik olsa (hatta olmalı) kimse yadırgamaz üstelik sevimli bulurlardı. Fakat o, günümüz yetişkinlerinin aksine hayatı on yaşında umursamaya başladı. 

Rachel Corrie, ABD’nin Washington kentinde 1979’da Yahudi asıllı bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Kendisi Uluslararası Dayanışma Hareketi (ISM) gönüllüsü, bir insan hakları aktivistiydi. Eğitimi devam ederken huzur evlerini ve akıl hastalarının bulunduğu hastaneleri düzenli aralıklarla ziyaret ederdi. Üniversiteye geldiğinde ise okulunu dondurup Washington State Conservation Corps adlı çevre koruma kuruluşunda bir sene gönüllü olarak çalışmaya karar vermişti. Okulunun son senesinde ise Oympia ve Refah arasında ‘kardeş şehir’ projesi başlatmak  için bağımsız bir öğrenim programı önerdi. Rachel’in annesi Cindy Corrie kızının bu zamanlarını şöyle ifade ediyor; “İşte, tam da 11 Eylül sonrası dönemdi, Rachel 11 Eylül sonrasında ABD hükümetinin yaptıklarını sorgulamaya, özellikle Ortadoğu meseleleri ile ilgilenmeye başlamıştı.” 

Tarihler 22 Ocak 2003’ü gösterdiğinde Rachel İsrail’e uçmuştu. İner inmez mensubu olduğu International Solidarity Movement’ın riskleri önlemek için basit kuralları içerdiği ‘anında müdahale’ eğitimlerine katıldı. Siyonistlerin asla önemsemeyeceği “Fosforlu yelekler giyin. Koşmayın. Askerleri ürkütmeyin. Megafonla iletişim kurmaya çalışın. Varlığınızdan haberdar edin.”  gibi basit önerilerdi bunlar. Yaklaşık iki ay Filistin’de vakit geçiren Rachel, kendilerini işgalci olarak değil yerleşimci olarak niteleyen Siyonistlerin insanları evlerinden nasıl çıkardıklarına, insanların en temel ihtiyaçlarına bile sıkı bir karne uygulamasıyla el koyulmasına, birkaç saat su verilip günlerce bu suyla idare edilmesine, insanları su kuyularına muhtaç bırakıp üstüne bir de bu kuyuları bombalamalarına şahit olmuştu. Hayatının son bir ayında da bu su kuyularını tamir etmeye çalışmıştı. 

Tüm bunları ailesine, arkadaşlarına, üniversitedeki hocalarına ise atmış olduğu maillerle anlatmaya çalışıyor, yaptıkları protestolarla dünyanın ilgisini çekerek bir kamuoyu oluşturulabilirse Siyonistlerin bu zulme daha fazla devam edemeyeceğine inanıyordu. Attığı maillerden birinde ise şahit olduğu bu zulmü şöyle ifade ediyor  Rachel: “Herhangi bir akademik çalışma, okuma, konferans, bölge hakkında izlediğim belgesel, hikaye veya duyduğum olay, bana buradaki durumu anlatamamıştı. Buradaki durumu kendi gözlerinle görmediysen hayal etmen mümkün değil.” Bir başka mailinde ise şöyle ekliyor: “Dünyada böyle bir zulmün kıyamet koparmadan gerçekleştirilebileceğine inanamıyorum. Dünyanın böyle korkunç bir hale gelmesine göz yumuşumuza tanıklık etmek canımı yakıyor, geçmişte de yaktığı gibi.”

“Kardeşlerim! Bakmayın sarı saçlı olduğuma, ben Asyalıyım. Bakmayın mavi gözlü olduğuma, ben Afrikalıyım.”

Tüm bu çaba haklı olarak bölge halkının dikkatini çekiyor; “Neden bir Amerikalı bizim için bunlara katlanıyor? Bir amacı mı var, ajan mı yoksa gerçekten sadece iyi bir insan mı?” gibi soruları akıllarına getiriyordu. Rachel bunların farkında olarak onların dilini, Arapçayı öğrenmeye çalışmış, aynı zamanda da bölgedeki çocuklara İngilizce dersler vermiş, yeri geldiğinde ise kendi hükümetini eleştiren konuşmalar yaparak bu dedikoduların bir nebzede olsa önüne geçmeye çalışmıştı. Hatta o dönemde işgal edilen Irak için düzenlenen bir eylemde kendi ülkesinin bayrağını yırtmaktan da çekinmemişti. Çünkü o, kendisinin de en çarpıcı ifadesiyle “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” düsturunu edinmişti. 

Tarih 16 Mart 2003’ü gösterdiğinde sıra Rachel’in da arkadaşı olan Samir Nasrallah’ın evini yıkmaya gelmişti işgalci Siyonistler.İki ay önce Filistin’e ilk geldiğinde aldığı anında müdahale eğitimindeki tüm ikazlara uymuştu Rachel. Üzerinde turuncu bir yelek, elinde megafon, dilinde ise kendisinin barış yanlısı bir Abd vatandaşı olduğu ve durmaları gerektiğine dair cümleler vardı. Arkadaşının evinin önünde canlı bir kalkan olarak direniyordu. Rachel’ın karşısında ise vicdanı sağır bir Siyonist operatör ve elinde katil bir oyuncak  buldozer duruyordu.  Yabancı olduğu için durdurabileceğini sanıyordu Rachel. Fakat üç saatlik bir direnişin ardından Filistinlilere acımadıkları gibi ona da acımadılar. Buldozer iki kere Rachel’ın üzerinden geçerek kafatasını ve kaburgalarını kırdı, ciğerlerini deldi. Olay yerinde can veren Rachel’ı Filistinliler şehit olarak nitelendirerek kendi ülkesinin bayrağına sarıp büyük bir cenaze töreni hazırladılar. Belki de ilk ve son kez Abd bayrağı böyle bir saygı gördü o topraklarda. 

(Tankları durdurmak için Refah’a gelen Rachel’ı bir ilham kaynağı olarak sevgi ve onurla anıyoruz.)

Vefatının ardından ailesi  İsrail’e sembolik olarak bir dolarlık  tazminat davası açtı. Fakat tabi ki işgalci İsrail olayın bir kaza olduğunu, operatörün Rachel’ı görmediğini iddia etti ve dava reddedildi. Bu karar ise İsrail yargı sisteminin sorgulanmasına vesile oldu. Corrie’nin oradaki eylemleri, videoları, mailleri ses getirdiği gibi ardında bıraktığı ruhu da ses getirmeye devam etti. Ailesi, adına bir vakıf kurarak kızlarının anısı yaşatmaya başladılar. Filistin’de onun adına birçok okul açıldı, oradaki mücadelesi filmlere, tiyatrolara konu oldu, İrlanda’dan Gazze’ye yardım götüren bir gemiye onun adı verildi. Ailesine ve çevresine yazdığı mektup ve mailler ‘‘Bırakın Tek Başıma Direneyim’’ adlı kitapta derlendi. Filistinli aileler ise çocuklarına Rachel ismini vermeye başladı. 

Vefatının üzerinden tam 21 yıl geçti Rachel. Küçükken yaptığın konuşmanda 2000 yılına kadar tüm çocukları açlıktan ölümlerini durdurmak istediğini söylemiştin. 21 yıl sonra çocuklar hala açlıktan da ölüyorlar, savaştan da ölüyorlar, insanların kulaklarını vicdanlarına kapattıklarından da ölüyorlar. Seni katlettiği için hiçbir bedel ödemeyen katil İsrail bugün hala kıyımlarına devam ediyor. Çünkü onları hiçbir hukuk, hiçbir vicdan, hiçbir turuncu ceket ve megafon durdurmaya yetmiyor. Ama megafonlu turuncu ceketliler artarak yetişmeye devam ediyor.

Saygı, sevgi ve rahmetle…


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir