Hazal Keser Demirel

Ülkemizin yakın tarihinin önemli akademisyen ve ilim adamlarından biri olan Ruhi Özcan, 1945 yılında Çanakkale’nin Bayramiç ilçesinde doğdu. İlk öğrenimini Edremit’te, orta öğrenimini İstanbul İmam-Hatip okulunda tamamladı. 1967’de Bağdat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Yine Bağdat Üniversitesi’nin İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde İslam Hukuku dalında yüksek lisans yaptı. Irak’ta öğrenciliği sırasında Bağdat’ta Medînetüsselâm’daki Zeydân Camii’nde imamlık, Irak Radyo ve Televizyon Kurumu’nda tercümanlık, spikerlik ve redaktörlük görevlerinde bulundu. Ocak 1973 yılında Türkiye’ye döndükten sonra  Erzurum Yüksek İslâm Enstitüsü’nde kısa bir süre Arapça ve fıkıh hocalığı, ardından Haziran 1973’te Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi’nde İslâm hukuku asistanlığı yaptı. ‘İslâm Hukuku’nda Karı-Koca Mükellefiyeti’ (Nafaka) adlı çalışmasıyla doktor (1976), ‘İslâm Hukuku’nda Hısımlık Nafakası’ adlı teziyle de doçent (1981) unvanını aldı.

Bütün bu akademik başarılarının yanı sıra, Ruhi Özcan’ın takva ehli olması ve bu konuda çevresine nasıl etki ettiğiyle alakalı Atatürk Üniversitesi talebesi Kamil Yeşil şu satırları yazıyor:

“Ruhi Özcan dendi mi herkes gayriiradi hürmet vaziyeti alırdı. Söz, ses, hareket hemen saygı moduna geçer, hayranlık ve vakar birleşirdi. Bu, Ruhi Özcan’ın ilim ehli olmasının yanında ehl-i takva olması ile de ilgili idi. Ondan başka fıkıh hocaları olmasına rağmen illa onun açıklamasına (içtihat) bakılırdı. O demişse doğru idi. Yemeklerini saatle ve ölçerek yediğinden, evindeki kitapların milimetrik olarak yerleştirilmesinden tutunuz, Ramazan hilalini gözetlemek için Palandöken dağına çıkışına kadar birçok olay anlatılırdı hakkında. Odasına girer ve zamanın en önemli sorunu olarak dar’ülislam, dar’ulharp, Cuma namazının hükmü, başörtüsü, kızların okuma sorunu gibi meselelere cevap arardık. Hiçbir grup, cemaat, klik, mezhep onun ilmini, ahlakını, tavrını tartışamazdı ve dediklerine itiraz edemezdi. Bizzat Üniversite Camii’nde Cuma namazı kıldırarak bu konudaki spekülasyonlara cevap vermişti. Bir metne bağlı kalmadan okuduğu hutbe, hutbe esnasında yaşanan duygusal anların yoğunluğu sebebiyle birçok hocamız ve arkadaşımız “Cuma namazının farziyetinin sebebini bugün idrak ettim.” demişti.” (Milli Gazete/04 Haziran 2009, Kamil Yeşil)

Ruhi Özcan zamanın en önemli ilim adamlarından fakih Abdülkerim Zeydan’ın talebesi idi. Abdülkerim Zeydan’ın en önemli kitaplarından biri dilimize tercüme edilen ve dönemin gençlerinin de el kitabı eserlerinden olan: İslam’da Fert ve Devlet’tir.

İlmî toplantılarda Arapça’ya olan hâkimiyetiyle dikkat çeken Ruhi Özcan, özellikle İslâm hukuku alanında kendini yetiştirmiştir. Sahip olduğu zengin kütüphaneyi evinde öğrencilerin ve araştırmacıların istifadesine sunmuş ve Erzurum’da bulunduğu yıllarda kütüphanesi önemli bir boşluğu doldurmuştur.

Temmuz 1985’te Suudi Arabistan’da Muhammed b. Suûd İslâm Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. Türkiye’de geçirdiği tatilinin ardından Suudi Arabistan’a dönerken 17 Ağustos 1986 tarihinde meydana gelen trafik kazasında eşi ve büyük oğlu ile birlikte vefat etmiş, Edremit Mezarlığı’na defnedilmiştir. 

ESERLERİ:

  1. İlmî Millî ve Amelî Transkripsiyon İmlâsı (İMAT) (İstanbul 1977).
  2. İmam Hatip Liseleri İçin Fıkıh Ders Kitabı (İstanbul 1987, Ali Şafak ve İhsan Yağız’la birlikte).
  3. İbadetlerde Şekil ve Mânâ İlişkisi (İstanbul 1988; eser daha sonra Vahiy Kültürü adıyla basılmış ve 1988-2007 yılları arasında otuz baskısı yapılmıştır).
  4. İslâm Hukuku’nda Hısımlık Nafakası (İzmir 1996, doçentlik tezidir).
  5. Tahâvî, eş-Şürûṭü’ṣ-ṣaġīr müẕeyyelen bimâ ʿus̱ira ʿaleyhi mine’ş-Şürûṭi’l-kebîr (I-II, Bağdad 1974, yüksek lisans tezidir)

Bu yazıyı Ruhi Özcan’a ait olan ve bizlere faydalı olacağını düşündüğüm şu sözlerle bitirmek istiyorum:

‘‘Bugün dünyada 24 saat devamlı olarak Kur’an tilaveti yapan radyo vericileri var. Şüphesiz Çok fazla Kur’an tilavet ediliyor. Şekil olarak var, ama manası nerede? Getirdiği mefhum nerede? Gırtlaktan kalbe geçenler nerede? Sadece bı bı bı diye okunuyor, o kadar.

Size bir şey söyleyeyim. Allah’ın bir kanunu var. İkişerlik kanunu. Buna Kur’an-ı Kerim’de işaret ediyor. Her şey bir kalıp ve cevherden meydana geliyor. Bu Allah (c.c.)’ın kanunudur. Siz bir insansınız kalbiniz var, şekliniz var. Bu fiziktir, fakat bir de mananız var. Bu mana yapısı, kalıp olmadan teşekkül etmez. Fakat mana olmadan da kalıbın hiç kıymeti yoktur. Birbirinden ayrılmaları mümkün değildir. Canlı organizmalarda olduğu gibi diğerlerinde de böyledir. Hiçbirinizin bir karpuzun kabuğunu yemek sureti ile karpuz yedik diyeceğine ben inanmıyorum. Karpuzun kabuğunu yer de içini şöyle bir tarafa bırakarak daha sonra bu lafı söyleyeniniz olur mu? Karpuz kabuğun içidir. Hiç kimse portakalın kabuğunu soyup da içini bir tarafa bırakarak kabuğu yedikten sonra ‘ben portakal yedim’ demez. Çünkü portakal içtir, dış ise onun kabuğudur. Her şeyde Allah (c.c.)’ın kanunu böyledir. Bu kanunun karşısına çıkarsanız heba olursunuz. Bugün Kur’an-ı Kerim’in kabuğunu sürekli telaffuz ediyorsunuz. Fakat gerisi nerede? Manası nerede? Diyeceksiniz ki, ‘Kur’an-ı Kerim Arapça, bizim ana dilimiz Türkçedir, bu imkana sahip değiliz’.

Bir kaide var. Bu uygulaması geniş olan bir tatbikattır. Bu kaide; ‘bir seyin hepsi yasanmıyorsa tamamen terk edilemez.’ Siz, yapabildiğinizi yapacaksınız, fakat kusurlu olan sınırda durmayacaksınız. Önce güvenilir kalemden çıkmış BİR KUR’AN-I KERİM MEALİ’NDEN BAŞLAYABİLİRSİNİZ. Zihninizde hasıl olacak istifhamlar(sorular) için bir takım yetkililerden sorarak yardım isteyebilir, onlara danışabilirsiniz. Daha sonra ikinci kademe bunların biraz daha genişletilmiş tefsiri mahiyetindeki anlamlarına yönelebilirsiniz.” 


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir