Necip Fazıl Kısakürek

Geç mi kaldım? Ne yapayım; senin sesini bu dünyada büsbütün kısan nasip, benimkinin ancak bugünlerde çıkmasına izin verdi. İkimizin de dili aynı noktadan düğümlenmişti.

Bundan tam on yıl evvel tanışmıştık, Maarif Vekiliydin. Beni kabul ettiğin vekil odasının bir köşesinde “Büyük Doğu” ciltlerini gösterdin ve onları Fransızların “Livre de chevet” tabiri ile başucu kitabı edindiğinden bahsettin. Kısa zamanda ruhlarımız birbirinden alev aldı ve Hak aşkının yangınında birleşti.

Dalları arasındaki didişmeye ve dalaşmaya rağmen kökte bir gördüğüm ve aynı merkezden fışkırma bildiğim CHP ve DP kombinezonunun, bu şuurlu ve şuursuz, bu zaruri ve kendi kendine muvazzaa tertibin dışında bir insandın, DP’ye CHP’den kıyafet tebdili ile geçmemiş, çeyrek asırlık manevi katliamı ciğerinin köküne kadar kaydetmiş, halis ve samimi insan…

Seninle, Türk’ün aziz ruh muhtevasında, Müslümanlıkta birleşiyor; seninle Anadolulukta ve Anadoluculukta birleşiyorduk. Seninle bütün sahteliklerin inkarında ve gerçekçilikte buluşuyor; seninle büsbütün taklitçiliklerin reddinde ve şahsiyetçilikte buluşuyorduk.

Beni Adnan Menderes’e tanıtan, onun yardım elini sağlayan, o hercai ve janjanlı mizacın, her şeye rağmen ümit edilmeye değer tek devlet kutbu olduğunu bana gösteren sen oldun.

Sonra da, Malatya hadisesinden başlayarak, benim altıma zindan peykesi sürülür ve senin altından vekil sandalyesi çekilirken, o, her renge ayrı ayrı iltifat gösteren ve bütün teklere ve çiftlere kredi açan acayip mizaca beraberce ağladık. Nitekim onun başına ne geldiyse bu mizacı yüzünden geldi; ve ona son ağlayışımız, sen Yassıada’da ve ben Toptaşı’nda, yine beraberce ve tam oldu.

26 Mayıs 1960 sabahı, Nafia Vekâletinde, odandaydım. Kapını kapattın ve benimle saatlerce kaldın. Eteklerinizi çeke çeke gelen ve Almanların kazayağı yürüyüşüyle saf nizamında ilerleyen hadiseyi görmemek için, ya kör, yahut Adnan Menderes gibi deha çapında bön olmak lazımdı. Bana, son Vekiller Heyeti toplantısından dem vurdun ve nasıl canını dişine takarak konuştuğunu anlattın:

– Efendiler, demiştin, uyuyoruz! Ne gençlik içinde teşkilatlanabiliyor ne de sesimizi ve davamızı kitlelere ulaştırabiliyoruz! 1952’de kendi öz gencliğimizi, milliyetçi mukaddesatçı ve Halk partisine zıt gençliği, kendi elimizle boğduk! Şimdi çekelim cezasını!…

Toplantıda bulunan Celal Bayar’ın da sana şu cevabı verdiğini ilave ettin:

– Ben o milliyetçi ve mukaddesatçı gençliğin Halk Partisi’ne zıt olduğu noktalarda Halk Partisi ile beraberim!

İşte, tarihin kulağına fısıldadığım bu yepyeni vesika, başınıza büsbütün bunları getiren tezatlı ve feleli bünyenizin şahdamarını gösterse gerektir. Başınızdaki adam buydu ve nezaket noktanız oydu.

O esnada Namık Gedik sana telefon etti ve bir gün evvel evinin taşlandığını söyledi. Bir ekalliyet mensubu gibi sığındığı yabancı cemiyetin tepkisini sanki korka korka anlatan Dahiliye vekilinin edasından apıştık kaldık. Her şey bu hale gelmişti ve bu halin neticesi bu şeydi.

Her şey oldu.

Yassıada’da şahitliğe çağırıldığım gün, şahitler sırasında tam da senin önünden geçerken bana gülümsedin. Ancak ikişer heceyle konuşabildik. Ben “Allah” dedim; sen de “Allah” diye cevap verdin.

Esatirî hayvan hayalleri gibi; ayakları devekuşu, kolları timsah, gövdesi manda, bir başı domuz ve öbürü ceylan, bir kanadı güvercin ve öbürü karga Demokrat parti bünyesinin, ceylan başına ve güvercin kanadına bağlı hasbî fikircilerinden biriydin ve yağmur suyu kadar temizdin! Kendini ve ruhunu partine tatbik edemediği, partini yepyeni bir ruh ve ideolojiye kavuşturamadığın için başınıza gelenler karşısında kahrından kül oldun ve öldün! Ölürken de bana Yassıada’da söylediğin tek ve mutlak kelimeyi sarf ettin: Allah…

Nâmurad gittiğin bu dünyanın ilerisindeki gerçek hayatta bermurad ol…

NECİP FAZIL KISAKÜREK

12 Ocak 1962 Son Posta Gazetesi


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir