Hazal Keser Demirel

Tarık Timurtaş Uçar Hoca Efendi 1944 yılında Elazığ/Sivrice’nin Uslu köyünde doğmuştur. Esasında adını Temimdar koymak istemişler fakat nüfus memuru Timurtaş yazmış ve adı öyle kalmıştır. Daha dört yaşındayken babasından Kur’ân ve İslami İlimler dersleri almaya başlar. Babasının Devlet Demiryolları Kurumundaki memuriyeti sebebiyle İstanbul Kadıköy’de büyümüş, ilkokul ve ortaokulu da burada okumuştur. Bu sırada yaz tatillerinde hafızlık yapmak için el-Aziz’e gidip Hâfız Abdullah’tan dersler almıştır. Dönemin müftüsü, Âlim Ömer Bilginoğlu; çocuk yaşta sayılabilecek Timurtaş Uçar Hoca Efendiye kürsülerde vaaz verdirmiş, cuma hutbelerini ona teslim etmiştir. Aynı süreçte hem hafızlığı hem de ortaokulu iyi bir puanla bitiren Timurtaş Uçar, Kuleli Askeri Lisesini üçüncülükle kazanmış ancak hocasının ısrarıyla İmam Hatip Lisesinde okumuştur. Lise yılları boyunca İstanbul Müftüsü kendisine “İstediğin camide vaaz et.” diyerek onu İstanbul’un tüm ilçelerine vaiz olarak göndermiştir. Aynı şekilde Ramazan aylarında da başka başka şehirlere vaiz olarak görevlendirilmiş ve bu şekilde birçok şehir gezmiştir. Yıllar sonra hanımı Mevlüde Uçar’a çocukluğunu yaşayamadığına dair bir itirafta bulunmuş, etraftaki insanlardan utanmasa kalkıp çocuklarla atçılık oynamak istediğini söylemiştir. Hanımının naklettiği bu diyalogdan anlıyoruz ki hocaefendi İslam davası uğruna her şeyini olduğu gibi gençliğini ve çocukluğunu da feda etmiştir.

Yüksek İslâm Enstitüsünden mezun olduktan sonra Yedek Subay olarak askerlik vazifesini îfâ etmiş ve dönüşünün ardından otuz bir yıl hizmet edeceği Diyanet İşleri Teşkilâtında vazifeye başlamıştır. Malatya Vaizliği, Muş Müftü Vekilliği gibi görevlerde bulunur. O yılların karışık ve zorlu Türkiye’sinde bu kolay değildir elbette. Defalarca vaazları sebebiyle tutuklanıp işkenceye maruz kalır. Sert üsluplu vaazlarıyla tanınan Timurtaş Hoca aslında ailesine karşı ve ikili ilişkilerinde son derece neşeli, merhametli ve sevgi dolu biridir. Kızı Esra’ya “Sultanım”, oğullarına “Yusuf Bey oğlum, Yunus Bey oğlum…” şeklinde hitap eder, yakaladığı her fırsatta ailesiyle akrabalarıyla vakit geçirirdi. Yıllarca çektiği sıkıntıları, kendisine açılan onlarca hukukî davayı, gördüğü işkencelerin izlerini çocuklarından gizlemek istemiş, eşinden de hep bunu rica etmiştir. Sebebi ise çocuklarının İslam davasından, devletinden, polisinden, askerinden soğumasını engellemeye çalışmak istemesidir.

Türkiye, karışıklıkların yaşandığı zor bir dönemeçten geçmekteydi. Hem halkın şuurlanması, hem de iç karışıklıkların önlenmesi konusunda Timurtaş Uçar Hoca Efendi büyük çabalar sarf etmiş; ümmetin, İslam davasının derdini dert edinmiştir. Şehzadebaşı Camii ve Eminönü Yeni Camii’nde yaptığı sohbetlerini 1979’a kadar sürdürür. En büyük camilerden olan bu camiler, hocanın sohbetlerinde dolup taşar, büyük kalabalıkların yoğun teveccühüyle karşılaşır. Etki çevresi oldukça genişleyen hoca, 1980 darbesi sonucunda bir süre tutuklu kaldıktan sonra Beykoz’un Çavuşbaşı köyüne imam hatip olarak atanır. Mücadele adamı kimliğinin lüzumu olarak köşesine çekilmek yerine, mücadelesine devam eder. Ümraniye Müftülüğüne bağlı İMES Sanayi Camii’nden 26 Şubat 1999’da emekliye ayrılan hocaefendi, vaazlarını emekliliğinden sonra da yurt içi ve yurt dışında sürdürmüştür.

Yine bir yurt dışı dönüşü evinde kızı Esra ile Osmanlıca çalışırken önündeki kağıda şu satırları yazdı:

“Okudum, okuduğumu yol yol dokudum,

Gördüm, gördüğümü lif lif ördüm,

Duydum, duyduğumun en güzeline uydum,

Sonra demet demet topladım; yazdım, yazdım,

Okuyana, anlayana, duyana, uyana bin selâm…”

Hemen sonrasında rahatsızlandı. Kalp krizi geçiriyordu. İlk müdahaleyi doktor olan gelini yaptı ve ambulansla hastaneye kaldırıldı. Tüm müdahalelere rağmen solunum yetmezliği teşhisiyle 56 yaşında, 20 Ocak 2000’de emanetini Rabbine teslim etti. Bizlere son sözleri yukarıdaki satırlar olmuştur. 

Tarık Timurtaş Uçar Hoca Efendi, çocukluğundan itibaren, İslam davası uğruna tüm hayatını, gençliğini, sağlığını, canını ve malını feda etmiştir. Nice işkencelere katlanmış, yine de onu tutuklamak için evini basan polislere çay ikram etmiştir. Biz onu vaazlarıyla tanıyoruz ama aslında sadece yaşayışıyla; ailesi ve çocuklarıyla olan ilişkileriyle, sadece altı kişilik bir cemaate vaaz vermek için günlerce iki küçük çocuğu ve hanımıyla tren yolculuğu yapan azmiyle, “Bir kişi bile olsa yine gelirdim.” derkenki duruşuyla bizlere çok iyi bir örnektir. Çünkü görüyoruz ki o birçok konuda efendimiz aleyhisselamı örnek almış. Allah mekanını cennet eylesin. Bizlere de böyle hayırla anılmayı nasip etsin.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir