Şakir Zümre
Ne bekleyebiliriz ki dünyadan? Yahut ne beklemeliyiz kendine faydası olmayanlardan? Yahut nasıl bekleyebiliriz hareketi kendisine zül bilenlerle? Yahut neden beklemeyelim ki mağlubiyetimiz kesin ise?
Süslü kelimelere ve kendimizi övmemize hiç gerek yok. “Mal sahibine çekmezse haramdır.” demişler. Az kendine, az öncesine bakan görecek. Görecek görmesine de desenize nasıl bakacağız? Bizden öncekiler bakmış mı ki biz bakabilelim? Bakmayın o vakit! Ne kadar az bakarsanız o kadar az görürsünüz! Unutmayın cehalet mutluluktur. Bir fikir peşinde koşan kaç kişi mutlu olmuş? Kaç müddei iddiasının ispatı ile mesut olur? Her bir ispat müddeiyi yeni bir iddianın peşine sürükler. Her bir iddia ise yeni bir huzursuzluk serüvenidir. Çıtayı daha yükseğe taşımaktır. Yani ispatlanan her bir iddia ispat mutluluğunu daha zor hale getirip, daha kısa sürmesini sağlamaktadır. Her bir ispat mutsuzluk denizinde daha derinlere dalmaktır. Kederin ve elemin kucağına düşmek, bir örümceğin ağlarına takılan yem gibi debelenmektir.
Hatırlayalım Sait Faik Abasıyanık’ı. Bir sahil kasabasına yerleşip yazı işlerini bıraktığını kafayı dinlemeyi istediğinden bahsediyordu. Yazmanın, üretmenin, bir fikir peşinde olmanın sancılı ve sonu gelmez buhranlarından kaçmak için kendince bulduğu çözüm buydu. Edebiyat konusunda gösterdiği dirayeti mutluluk yolunda gösteremiyor yazarımız. “Yazmasam deli olacaktım!” diyerek mutsuzluk özlemini dile getiriyor. Nasıl kaleme sarıldığını, mutluluk için attığı adımlara nasıl tuzaklar kurduğunu anlatıyor. Cebindeki küçük bıçak ile kalemini açtığını anlatıyor. İnsana sormazlar mı “Madem yazma işini bıraktın kalem ucu yontmaktan başka bir işe yaramayacak küçük bir bıçağın ne işi vardı cebinde?” diye. Belki de yeterli motivasyona sahip değildi. Hani şu modern dönemin her şeyi bilen internet çocuklarının örneklerini görse belki daha çok motive olurdu. Özellikle “Sait Faik’in Abasıyanık adlı romanı” diyen sanal hayat idollerine benzemeye çalışanları duysa belki de mutluluğu seçerdi.
Ama aramak anlamsız. Kazanılacak zafer sayısı az. Bu kadar az şey için ise mücadele anlamsız geliyor insana. Az bir kâr için ne kadar çok şey feda ediyoruz. İnsan ne garip mahluktur ki kaybedeceğini bildiği her şeye büyük bir iştiyak duyuyor. Galibiyet denen, kişiyi adım adım helake sürükleyen sahte mutluluğa nasıl da aşık olmuşuz. Galibiyet denilen şey daha büyük bir mağlubiyetin adımı değil midir? Hayatı boyu mutsuzluğu omuzlarına asan şair ne diyor: “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır!”
Yani en büyük galibiyet mağlubiyettir! Bunu kabul edelim. Sonra mutluluk arayıp bulamadım demesin kimse. Hayallerimizi ona göre kuralım. Boş yere ağlamanın anlamı yok. Mağlubiyet isteğimiz kadar büyütelim hayallerimizi.
0 yorum