Muhsine Sevra Kaçalin

“Veda”… Ne ağır bir kelime. Duyulduğu anda boğazda bir düğüm, kalpte sızlayan bir boşluk yaratır. Hele ki giden de kalan da ayrılmak istemiyorsa, bu kelimenin taşıdığı yük daha da dayanılmaz olur. Veda, sadece bir ayrılık değil, bir kopuştur aslında. Ne acı bir kopuş… Belki de bir daha bir arada olamayacak olmanın kalp sancısı. Bazen de ne zaman tekrar görüşeceğini bilmemenin belirsiz hüznünü barındırır. Veda… Kısacık bir “ah”…
Gidene mi yoksa kalana mı zordur vedalar? Giden her zaman terk eden midir mesela? Kalanın niçin kaldığı, gidenin neden gittiği mühimdir elbette. Gitmek, ardına bakmamak demek değildir ki her zaman; gözünü arkada bırakmaktır. Giden, artık kendinden bir parçayı geride bırakmıştır. Kimi zaman tek bir kelimeyle koca bir hikâye biter. Ne yalnızca giden kazanır bu ayrılıktan, ne de kalan sadece kaybeder. Çünkü veda, iki taraflı bir eksilmedir. Birinin susarak giderken bıraktığı, diğerinin sessizce ardında taşıdığı bir parçadır. Vedalar, kendi içinde suskun bir diyalog taşır. Cevapsız sorular, yarım kalan cümleler ve “keşke”ler arasında gezinir insan. Zihninde defalarca yaşar o anı, bir türlü gerçekleşmeyen vedaları yeniden ve yeniden kurar içinde. Çünkü hiçbir veda bir anda gerçekleşmez. Kopuş anı gelene kadar insan, içten içe vedalaşır defalarca.
Hem sitem hem de sessiz bir kabulleniş barındırır vedalar. Gidenin gitmek zorunda kalışı ya da kalanın kalmak istemeyişi… Vedanın kime daha ağır geldiğini zaman belirler belki de. Kimi giderken parçalanır, kimi arkasından dağılıp kalır. İnsan, ayrılık anı gelene kadar defalarca kez vedalaşır içinde. Aynı sahneyi tekrar tekrar yaşar, olası senaryoları düşünür. Gitmenin nedenini, kalmanın ağırlığını anlamaya çalışır. O kopuş anına dek, tekrar tekrar bağlanmanın yollarını arar durur insan. Artık bağlanacak bir yol kalmadıysa, kaçınılmaz kopuş gerçekleşir. Sadece fiziksel mesafeler değil; kelimelerle kurulmamış köprüler, dile gelmemiş duygular da yıkılır o an. Bazen bir mecburiyettir veda; giden gitmek zorunda kalmıştır, kalan da kalmak istemiştir. Ancak her ne olursa olsun, bu iki taraflı kopuş bir iz bırakır. Giden, geride bir parça bırakır; kalan ise o parçanın eksikliğiyle eksilir. Gitmek her zaman terk etmek demek değildir; bazen kalmaktan daha büyük bir yükü sırtlanmaktır. Kalan da eksilmez sadece; gidenin geride bıraktığıyla tamamlanmamış bir hikâyenin içine düşer.
Hiçbir veda aynı değildir. Her veda, kendi hikâyesini taşır içinde. Kimi veda, sessiz bir kabulleniştir; kimisi derin bir sitem. Bazılarında söylenmemiş sözlerin yükü vardır, bazıları ise yarım kalan cümlelerin ardından suskunluğu giyer üstüne. “En zor veda, söylenmemiş sözlerin yükünü taşıyandır.” derler. Peki ya vaktinde edilmemiş vedalar? Vaktinde edilmemiş vedalar, insanın içinde kapanmayan bir yaraya dönüşür. Herkes kendi hikâyesinin en zoru olduğunu zanneder: En acısı, en hüzünlüsü, en en en… Zamanla fark ederiz: Herkesin vedası kendine en ağırdır. Çünkü her veda, bir hikâyenin kapanış cümlesi gibidir. Ama bazen, bu kapanış yeni bir hikâyenin ilk kelimesidir.
Zira bazen vedalaşmak, yeniden buluşmanın ilk adımıdır. Değişerek, büyüyerek, eksilerek ve çoğalarak… Yeniden ama başka bir “ben”le… Çünkü her veda, sadece bir son değil; bir başka başlangıcın sessiz habercisidir.
0 yorum