İbrahim Efe

İkea’dan satın aldığım masanın üzerindeki Fight Club kitabını rafa yerleştirip evden çıkıyorum. Hayatın anlamını sorguladığım klasik bir gün. Anlamsızlığa karşı elimdeki tek koz, bir anlam arayışında olmaya çalışmak. Yine de bunu pek sık düşünmemeye çalışıyorum. Bir kelimeyi bile çok fazla tekrar edersen, anlamı kayboluyor. Anlam, anlam, anlam…

Her zaman dikkatli olmalıyım. Her an eksik sayabileceğim bir miktar para veya gözden kaçırabileceğim bir ürün olabilir. Bunlardan öte, müşterilerin fiyat etiketleri ile ilgili itirazlarına düzgün bir yanıt bulmam da gerekiyor.

Öğle arası geldi. Firma, çalışanlar arasında hikâye yarışması düzenlemiş. Kazananın hikâyesini yemeğimi yerken okuyorum: “Deniz, genç bir kadındı ve hayatını bir market kasiyeri olarak kazanıyordu. Gün boyunca kasada müşterilere güler yüzle hizmet veriyor, alışveriş yapanları karşılamak için bekliyordu. İşte Deniz’in hayatından bir gün: Sabah güne güler yüzle başladı. Marketin kapıları açıldığında ilk müşterileri karşılamaya hazırlandı. Alışveriş sepetini getiren yaşlı bir bayan, Deniz’e tebessümle ‘‘Günaydın’’ dedi. Deniz, işe bu pozitif enerjiyle başlamaktan mutluydu. Gün içinde birçok farklı müşteriyle karşılaştı. Bazıları aceleyle alışverişlerini tamamlamak isterken, bazıları sohbet etmek için zaman ayırıyordu. Deniz, müşterilere yardımcı olurken dikkatli ve sabırlı bir şekilde çalıştı. Öğle arasında, iş arkadaşlarıyla bir araya geldi. Birbirlerine günün nasıl geçtiğini, müşteri anılarını ve komik olayları paylaştılar. Aralarında güçlü bir ekip olmuşlardı ve işyerindeki dayanışma, Deniz’in işini daha keyifli hale getiriyordu. Öğleden sonraki saatlerde Deniz, bir müşterinin alışveriş listesini eksiksiz tamamlamasına yardımcı oldu. Müşteri teşekkür ederken Deniz’in yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Küçük bir yardımın insanın gününü nasıl güzelleştirebileceğini biliyordu.”

Hikayeyi bitirdikten sonra Deniz’in kullandığı uyuşturucuyu merak ettim. Diğer yandan gerçekten bunun üzerine düşünmek istemiştim. Zamanın geçmesini hızlandıracak bir düşünce bulduğuma sevindim.

Gerçekten Deniz gibi ben de mutlu olabilir miydim? Belki de işimi kabul etmem gerekiyor. Mesleki statüsü olmayabilir, ama önemli olan işini layıkıyla yapmak. Cümlemi bitirmemle birlikte içime bir sıkkınlık çöktü. Yine de düşünmek eğlenceli. Bir de farklı bir açı…

Siyah takım elbiseli adamların eşlik etmesinden anladığım mavi takım elbiseli önemli bir adam markete girdi. Kaşları çatıktı ve beni suçüstü yakalamış gibi bir hava yaratıyordu. Sanki düşüncelerimi duymuş gibiydi. “Madem bu işten bu kadar rahatsızsan, git başka bir iş bul; burada ekmek yiyorsun!”
“Merhaba, denetlemeye geldik. Bakalım fiyatlarınız nasıl?”
“Evet, ama şu an bu konuda yetkili bir kişi yok. Ben kasiyerim.”
“Fark etmez, sen gel.” 

Kasayı boş bırakıp yanına gittim. Zaten müşterilerin hepsi ağzı açık mavi takıma ve bana bakıyordu. Kameralar eşliğinde rastgele ürünlere baktık. Fiyat etiketleri ile ilgili ne kadar yanlış yaptığımızı ve bazı ürünlerin tarihinin geçtiğini söyledi. Denetleyen kişinin vali olduğunu anladım. Aklıma okuduğum hikâye geldi. Deniz olsa ne tepki verirdi acaba. Ben moron gibi sadece bakmakla yetindim. Söyleyeceğim yanlış bir kelime beni işimden edebilirdi. Ve düşüncelerimin beni oyalayamadığı çoğu yerde internet paketi, doğalgaz, kira vs… Beni oyalayanlardan mahrum kalmak istemiyordum.

Gün bitti. Eve giderken nereye vardığımı düşündüm. Hayatla ilgili beni en çok sinirlendiren buydu. Hayır, durumun kasiyerliği sevmememle bir ilgisi yok. Hangi işi yaparsam yapayım vardığım bir yer olmayacak diye düşünürüm. Karnım acıktığında karnımı doyurup mutlu olabilirim, o anlık hazza varabilirim, ama hayatın geneli için bunu söyleyememek bana hep haksızlık gibi geliyor. Bunca çabadan sonra nihayetinde ben de Deniz de bir yere varamıyoruz. Öylece yarını bekleyip yarın da yine sonraki yarın için çabalamaya devam ediyoruz.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir