Can Er Demir

Bir varmış, iki yokmuş. Ahir zaman içinde, devlet saman içinde, şu koca kâinatta kendini devler ülkesi zanneden küçük bir ülke varmış. Adı konmamış. Masallar bu ülkeye kader olmuş. Bu ülkenin en sarp ve unutulmuş ormanlarında değil, en büyük ve bilinen şehirlerinde yaşayan, başlarında kırmızı örtüler bulunan, bir okul dolusu kız yaşarmış. Bunların örtülerinden dolayı bunlara Kırmızı Başlıklı Kızlar denirmiş. Öyle ki gel zaman git zaman isimleri dahi unutulmuş, okul kayıtlarına bile isimleri Kırmızı Başlıklı Kız 1, Kırmızı Başlıklı Kız 2, Kırmızı Başlıklı Kız 3… diye geçmiş. Tabi bu isimler uzun olduğu için zamanla bunlara; Kırmızı 1, Kırmızı 2, Kırmızı 3… denilir olmuş. 1900’lü yılların sonunda, Kırmızılardan birisi annesi ile pasta, çörek, börek yapalım derken biraz da Masalcıya götürmeye karar vermişler. Kırmızının annesi demiş ki:

-Yavrum Kırmızı 2869, paylaşmak sevaptır. Masalcı da bir garip adam, ona da yazık, üç beş poğaçada ona götür, nasiplensin zavallı, demiş. Masalcı bu sözlere alınsa da poğaça sözünü duyunca çay demlemeye gitmiş. Bu arada Kırmızı 2869 demiş ki:

-Ama anne biz pasta, çörek, börek yaptık, poğaça yapmadık. 

Annesi eline terliği alınca;

-Şey yani ben Masalcıyı nerden bulayım, ne bileyim nerede oturur, demiş. 

Annesi:

-Git Edebiyat öğretmenine sor, o bilir, demiş. 

Kırmızı 2869’da hem Masalcının yerini öğrenmek, hem de annesine altı yumuşak terlik almak için hazırlanıp evden çıkmış. “Önce” demiş kendi kendine, “Okula gidip öğretmenimi göreyim, terliklerin kaçacak hali yok ya!” Bu sırada onu gören Kırmızı 23.456.778.890, “Kırmızı 2869, neden kendi kendine konuşuyorsun?” demiş. Bizim Kırmızı da okula gideceğini ve sonra yapacaklarını anlatmış, Kırmızı 23.456.778.890 da “Sen yalnız git!” demiş “Benim adım çok uzun. Şimdi Masalcıya da okuyucuya da yazık olur.” Bunun üzerine Kırmızı 2869 yola koyulmuş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, ama hepsini dolmuşla gitmiş. Derken okulunun kapısına gelmiş ki zebella gibi bir adam kapıyı kesmiş bekliyor. Kapıya gelen Kırmızıları içeriye almıyor. Bizim Kırmızı gelmiş kapıya. Tükürük saçan kirli, sakalsız zebella demiş ki:

-UDR EÇİRİ KEMİRG KASAY, TÜRBNLA!

Ama insan gibi söylemeğinden kimse bir şey anlamamış. Mecbur adam tekrarlamaya başlamış. 35-49 civarı bir denemeden sonra, “Dur içeri girmek yasak, türbanla!” demiş. Hemen yanı başlarından geçen türbanlı Fransız bir kadın demiş ki, “Ayol cahil, bu benim başımdakine türban derler, bu Fransa’nın milli ve zilli giysisidir, görgüsüz.” Ve içeri girmiş adama inat. Bunun üzerine adam içeri girmeye çalışan Kırmızı 2869’a, “Dur başındaki örtüyle içeri giremezsin, içerisi yamuksal alan, örtün çok düz!” demiş. Bizim Kırmızı da “O zaman neden bahçe silme asfalt, okul duvarları da dümdüz, hem okulun içi fayans yine dümdüz, hatta sizin beyniniz de dümdüz.” demiş. Bunun üzerine zebella “Şey, kem, küm, yani, işte, onun gibi, derken, gelecek, kimsesiz!” ve bunlara benzer birbirinden bağlantısız kelimeler sıralamaya başlamış. Bizim Kırmızı dayanamamış, “Yeter! Ben Kırmızı 2869, bu okulun kayıtlı öğrencisiyim, içeriye girmeye hakkım var! Sen beni nasıl alıkoyuyorsun?” demiş. Zebella “Bak, sen dedin, sen Kırmızısın, Kırmızıların girmesi yasak!” demiş. Kırmızı 2869, “Sen bu okula kayıtlı kaç Kırmızı var biliyor musun?” demiş. Zebella, “Ben üçe kadar bile sayamıyorum, o kadar nasıl sayayım?” demiş. Kırmızı 2869, “Hem bu okulun rektörü de Kırmızı!” demiş. Zebella ise, “ O eskidendi, artık bu okulda dedektör var. İşleri o hallediyor. Kesin emri var, Kırmızılar alınmayacak!’’ Kırmızı, “Peki, kaç kişi var içeride?” demiş. Zebella, “Kimse yok!” demiş, “Kırmızılar alınmıyor diye, maviler, sarılar, pembeler, yeşiller, lacivertler hatta morcivertler bile derse girmeyi reddediyor.” diye açıklamış. Kırmızı 2869’da, “Peki, o zaman kime hizmet veriyor okul?” demiş. Zebella, “Karalar var” demiş. Kırmızı 2869’un bakışlarından inanmadığını anlayınca, “Tamam, onlarda yok. Ama bu yalanla kendimizi kandırıyoruz.” demiş. Kırmızı 2869, “Vay düzenbazlar, şimdi de bizim dinimizi yaşamamıza mı karışıyorsunuz?” demiş. Zebella, “Siz bunları tamamen siyasal düşüncelerinizden dolayı takıyorsunuz. Senden önceki 2868 Kırmızı da, bunun dini vecibe olduğunu söyledi. Ama biz yer miyiz? Belki arada yeriz, ama şimdi yemeyiz! Biz üç kişi mi daha iyi bileceğiz yoksa siz 2869 kişi mi? Bu ülkede demokrasi var! Biz üç kişi hepinizi yönetiriz. Yaaaa!” demiş. Kırmızı 2869, “Sen, hiç Kur’an da mı okumuyorsun? Allah’ın emridir bu.” demiş. Zebella, “Allah’ın öyle bir emri yok, beni kandıramazsın! Namaz kılan, oruç tutan, zekat veren sizler mi daha iyi bileceksiniz, yoksa Tanrının var olmadığını bilen ben mi?” demiş. Kırmızı 2869, “Hem Allah’a inanmayıp hem de nasıl Onun hakkında ahkâm kesebiliyorsun?” demiş. Zebella, “Tanrı yoksa, buyruğu da yoktur! O zaman sorun da yoktur!” derken üzerine saldıran karıncayı son anda fark edip kaçıp canını kurtarmış. Karıncayı şikayet etmek için hemen bir dilekçe hazırlamaya başlamış.

Fırsattan istifade Kırmızı 2869 içeri girmiş. Kapıdaki zebellanın her zamanki gibi yalan söylediğini görmüş. İçeride azımsanmayacak kadar sayıda öğrenci varmış. Derken Edebiyat Fakültesindeki hocasını bulmuş ve durumu ona anlatmış. Hocası ise ona bir anlam verememiş. Demiş ki, “Evladım siz Kırmızıları anlamak zor. Şimdi bu söylediklerimden dolayı Masalcı bana kızacak ama ne işiniz var Masalcıyla? Bunca insan ilişmiyorsa Masalcıya vardır bir bildikleri. Hem size mi kaldı onu düşünmek? Böyle gereksiz işlere ne gerek var?”. Tam bu sırada çay yolundan gelen Masalcı olaya müdahale edip edebiyat hocasının yanına bir yıldırım indirmiş. Çok zeki olan Edebiyat hocası, Masalcının evini tarif etmiş. Yalnız can çıkar, huy çıkmaz demişler, devamında eklemiş, “Evladım yine de sen bir daha düşün, çok hayırlı bir adam olsa şu kadar binaların arasında ormanlık araziyi bulup oraya taşınmazdı.”. Bunun üzerine Kırmızı 2869, “Hocam çok zekisiniz, ama galiba canınızı çok sevmiyorsunuz?” demiş. Fakülteden ayrılırken zebellanın böğüren sesini duymuş, “O karıncayı üzerime Kırmızılar saldılar. Canıma kast ediyorlar. Yüklü miktarda aselastik asitle bana işkence edeceklerdi. Davacıyım, dilekçe vereceğim, güneşi kaldırırken karıncaları da toplasınlar…”.

Kahramanımız Kırmızı 2869 hemen altı yumuşak terlikler satan terlikçinin yanına gitmiş. Aradığı altı yumuşak, peluş terlikleri bulmuş. Fiyatı da uygunmuş. Terlikçi bizim Kırmızı’ya üzerinde banka hesap numarası olan bir kartvizit vermiş. Kırmızı 2869, “Bu ne demek? 3,00 TL’yi hesaba yatırmak mı?” demiş. Terlikçi hemen itiraz etmiş, “3,00 TL değil, 2,99 TL”. Kırmızı 2869, “Yapmayın ama 3,00 TL bile yapmayan bir ücret için uzun banka sırasına mı gireyim?”. Ne derse desin terlikçiyi ikna edemeyen Kırmızı 2869 işin içinde bankayla olan faiz anlaşmalarından habersiz, gidip parasını yatırıp annesine altı yumuşak, peluş terlikleri almış. Şimdi bu masalı okuyanlar, internetten yatırsın diyebilirler. A benim geçmişinden habersiz okurlarım, hikaye 1900lerin sonunda, Müslümanların başındaki örtüyle uğraşan garabet bir ülkede geçiyor. Nasıl teknoloji, insan faydası, gelişim ve değişimle ilgilensinler. Safi bilimi Orta Çağ Avrupası sanan zihniyete ne anlatılabilir ki! Aman çok yoruldum ben, masala sonra devam ederim. Siz de az zahmet edip girin de yakın geçmiş okuyun.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir