Hüdabin

Yürüyorum… Nereye, niçin gittiğimi bilmeden sabahtan beri sadece yürüyorum. Hiç bir yere sığamadığım demlerdeyim. Bir anda bu yollarda buldum kendimi. Sahi neden bu yollardayım? Kimi, neyi arıyorum? Hiç bilmiyorum. Sadece yürüyorum. Şu an tek bildiğim ayaklarımda derman kalmadığı. İlerde bir durak çarpıyor gözüme. Cebimi yokluyorum. Cüzdanım yok. Evden çıkarken cüzdanımı almadığımı hatırlıyorum.  Neyse ki cebimde biraz bozukluk var. Buna seviniyorum. Buna sevinmiş olmaya şaşırıyorum. Çünkü uzun zamandır ilk defa bu duyguyu tadıyorum. Sevinmeyeli öyle çok zaman olmuş ki… Bu duyguyu tekrar hissettiğim için de seviniyorum. Ne kadar garip değil mi? Sevinmiş olmaya sevinmek.  Son bir gayretle durağa   varıyorum. Hangi otobüs ve nereye gidiyor diye bakmadan ilk gelen otobüse atlıyorum.  Neyseki pencere kenarı boş hemen oraya kuruluyorum.  Anlamsız bakışlarla camdan dışarıyı izliyorum. Hemen ilerde bir anne ve çocuk ilişiyor gözüme. Annesi elinden sımsıkı tutmuş, beraber yürüyorlar. Çocuk hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor. Anne tüm içtenliğiyle onu dinliyor ve ona gülümseyerek bakıyor. Bir ara duruyor eğilip gözlerinin içine bakıyor. Bir şeyler diyor gülümseyerek. Sonra şefkatle başını okşuyor çocuğunun.  Ardından tuttuğu elini dudaklarına götürüp şefkatle öpüyor. Sonra birlikte yürümeye devam ediyorlar. Yanaklarımın ıslandığını fark ediyorum o an. Kalbimin tam orta yerinde bir ateş. Hasret ateşi!  Annemi öyle çok özledim ki! Ah anacığım! Yaşamımın en büyük anlamı! Onun da küçükken beni  böyle sevip okşadığını ve dünyanın en saçma şeyini anlatsam dahi tüm dikkatiyle dinleyip ilgi gösterdiğini hatırlıyorum. Ne çok  önemserdi söylediklerimi. Canım anacığım! Neredeyse bir yıl olacak onu ötelere yolcu edeli. O gittiğinden beri kendime gelemedim. Dedim ya annem yaşamımın en büyük anlamıydı. O gidince anlamını kaybetti hayat. Öyle çok eksildim ki! Ne işlerime odaklanabildim ne yuvamı ayakta tutabildim. Ne varsa yitirdim onunla. Artık bir yuvam da yok. Doğru dürüst çalışmayınca eve para da getiremez oldum. Nalan en sonunda dayanamayıp terk etti beni. Oysa birbirimizi  severek evlenmiştik. Onu suçlamıyorum. Kim benim gibi ruhsuzlaşmış ve sorumluluklarını yerine getirmeyen biriyle evli kalmaya devam eder ki? Haklıydı gitmekle. Altı ay önce resmen boşandık. Onun gidişiyle daha çok çekildim kabuğuma.

Son bir yıldır yaşadıklarım bir film şeridi gibi geçiyor gözlerimin önünden. O kadar dalmışım ki otobüs ne ara son durağa gelmiş farkına bile varamıyorum. Omzuma değen bir elle daldığım derin düşüncelerden çıkıyor, kendime geliyorum. Otobüs bomboş. Yolcu olarak sadece ben kalmışım. “Beyefendi artık inmeyecek misiniz? Son durağa geldik.” Ayağa kalkıyorum. Adamın şaşkın bakışları altında hiçbir şey demeden iniyorum. Konuşmaya bile mecalim yok.  İşte yine yollardayım. Nerede olduğuma bakmadan yürümeye devam ediyorum. Yollar fazlasıyla kalabalık. Bu kalabalığın beni boğduğunu hissediyorum. Herkeste anlamsız bir telaş. Kaçmak istiyorum buradan ve bu insanlardan. Adımlarımı hızlandırıp daha tenha olan bir yol arayışına giriyorum. Ama yok. Her yer insan dolu. Neden sonra anlıyorum bu kalabalığın sebebini. Gün akşama doğru akıyor. İşten çıkış saatleri. Biraz daha erken otobüsten inmediğime hayıflanıyorum. Ne vardı bu kadar dalacak? Gerçi günün her saati neredeyse yollar hep böyle. Her yer insan dolu. Etrafımda bu kadar insan olması hoşuma gitmiyor. Bir anda ruhum daralıyor. Hiç kimsenin olmadığı bir yere gitmek istiyorum. Yalnız kalmak istiyorum. Şu aralar yalnız kalmayı daha çok sevdiğimi fark ediyorum. Belki de en büyük saadet yalnız kalanların saadeti. Başınız daha rahat. Düşünsenize kimseye anlatmak ifade etmek zorunda değilsiniz kendinizi. Anlaşılmaya çalışmıyorsunuz. Bunun için uğraşmanıza gerek yok. Kendi halinizde sessiz sedasız yaşıyorsunuz hayatınızı.

Derin bir nefes alıp vererek adımlarımı sıklaştırıyorum. Çok ilerde bir mavilik ilişiyor gözüme. İşte diyorum, tam da ihtiyacım olan şey!  Kalabalığı yara yara oraya doğru yürüyorum. Çölde su bulmuş olan bir insanın sevinci var yüreğimde. Maviliğe bir an önce kavuşma umuduyla  yürüyorum. Bakışlarım sadece orada. Ne uzun geliyor bu yol. Bir türlü varamıyorum gitmek istediğim sakinliğe. Ben ona yaklaştıkça uzaklaşıyor gibi. Yoksa serap mı görüyorum? Gözlerimi ovalıyorum. Hayır serap değil gördüğüm. İşte tam orada. Ufak bir gülümsemenin gelip dudaklarıma konduğunu hissediyorum. Kelebekler uçuşuyor gibi kalbimde… Ve az sonra varıyorum can attığım maviliğe. Etrafta kimseler yok. Ben varım sadece. Bir de huzuru ve sakinliği  sinesinde dalga dalga savuran deniz. Kumların üzerine oturuyorum. Gözlerimi kapatarak  derin bir nefes alıp veriyorum. Deniz mavisinin huzuru ciğerlerime dolsun diye. Bir müddet gözlerimi kapatıp dalgaların kıyıya vuruşunu  dinliyorum sadece. Uzaktan gelen martı sesleri karışıyor bu sese. Gözlerimi açıp onları görmeye çalışıyorum. İşte oradalar. Öyle zannediyorum ki deniz mavisinin huzuruyla sarhoşlar şu an. Nasıl da keyifle kanat çırpıp duruyorlar. Gülümseyerek onları izliyorum bir müddet.  Ruhumda inanılmaz bir dinginlik hissediyorum. İşte bu diyorum! İşte ruhumun ihtiyacı olan şey. 


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir