Elif Mert
Gözlerin kendinden geçmişti yine.
Hangi kayboluşun kamçısındaydın.
Yürümeye susamış,
Uzun bir yolculuktaydın.
Ayağını yerden kesmek mi! Ah hayır, oturduğun yerde otur ve sıradaki komutu bekle. Niye öyle içine işleyecekmiş gibi bakıyordu pencere?
Hangi dağdı burası, hangi yamaçtaydın.
Yol nereye gitmez, hangi yokuş koşarak çıkılır, hangi asansöre
binmez insan ve çıkmaz sokak seni kendine çıkarmaktan başka ne yapar?
Yanına kim binmiş,
sıradaki durakta kim inmiş, bu ağacın cinsi neymiş, şu kuş niye böyle ötermiş, sen nerenin
raylarındansın?
Dışarıyı izlemeden yolculuk yapmak, şehrin ne kadar içindesin kendinin ne
kadar demek, müzik listesini yol boyunca bitirmemek ve inene kadar hep aynı şarkıyı
dinlemek, uyuyamamak yahut başkasının yerine uzanmamak? Düşün neredeyse orada düşün.
Orada düştün. Çek ellerini.
Güneşi perdelemekten çek. Perdeler seni çekiştirecek.
Gökyüzü gibi tepeden bakma.
Tüm gün bulutlarını izlemekten başka ne yapıyor? Önünde kum saati var.
Çevirmediğin her dakika zaman kumlarını dökmeye devam ediyor.
Bir şeyler olsun diye beklerken bir şeyleri tükettiğimizin farkında mıyız? Gençliğimiz gibi,
zaman gibi.
Bazen bir mesaj gelsin diye, bir söz söylensin diye, rahatımızı bozmama
mücadelesinde biri biz oturduğumuz yerden kalkmazken göğe çıkarsın diye diye tüketiyoruz.
Bir o kadar tükeniyoruz da. Sence de buraya bir el atma zamanı gelmedi mi?
Nefes alacak yer arar insan ama bilmez, rahat bir nefes için kalbin odacıkları temizlenmelidir
önce. Lüzumsuz ne çok şey doldurur insan içine, lüzumundan ne kadar fazla.
0 yorum