Efe İdris Arslan

Ahmet ilaçlarını almayalı neredeyse bir hafta olmuştu. Okula ve idmanlara koşturmaktan ilacının bittiğini geç fark etmiş almaya da fırsatı olmamıştı. Bu durum onu zayıf düşürmüştü. Kafasında sayısız düşünceler ve sorular durmaksızın tekrarlıyordu kendini bu düşünce silsilesine fazla kaptırırsa bir daha çıkamayacağından korkuyordu. İlaç raporunu çıkarmak için önce eczanenin karşısındaki sağlık ocağına gidecek ardından eczaneden ilacını alacaktı. Kaldırımdan hızlı adımlarla yürüyordu. Karşıdan bebek arabasıyla bir kadın geliyordu. Bebek arabasında mavi gözlü çok tatlı bir kız çocuğu vardı. Yeni çıkmaya başlayan süt dişlerini göstererek gülüyordu. Kendini çocuğun gülüşlerine o kadar kaptırmıştı ki yanından geçerken arabaya çarptı ”Kusura bakmayın’’ dedi ve yürümeye devam etti.

-Acaba arabaya bilerek mi çarptım? Çocukları sevmediğim için mi?

Ve işte yine başlamıştı. Derin bir nefes aldı ve şöyle dedi:

-Neden böyle bir şey yapayım ki? Hem ben çok severim bebekleri!

İç sesini bu kısa ve net avutucu sözlerle susturmuştu. Ucuz atlatmıştı çünkü saçma sapan bir konu üzerinde altı saat düşünüp kendini üzdüğü de olmuştu ve o da böyle başlamıştı. İlaçlar bunlarla savaşmasına yardımcı oluyordu. Yavaş yavaş güçleniyordu ve alışıyordu. Fakat ilaçlarını içmeyi bırakınca bu düşüncelerin nüfuz etmesinden daha farklı şeyler de oluyordu ve olmaya da başlamıştı. Zamanında üzüntüden kastığı bacağı aksamaya, başı ağırlaşmaya, gözleri boş boş bakmaya başlamıştı. Kafasını sallayıp silkindi, etrafına baktı. Karşı kaldırımda çöpleri süpüren çöpçüler ve uzaktan ona doğru gelen bir adam dışında kimse yoktu. Sağ eliyle yanağına şöyle okkalı bir tokat yapıştırdı ve iki kez tekrar etti.

-Ahmet kendine gel!

Bu iyi gelmişti. Karşıdan karşıya geçti ve ilk sokaktan döndü. Hemen eczanenin karşısındaki sağlık ocağına girdi ve üst kata çıktı. Odasında oturan hemşireye:                                                             

-İlaç raporu çıkaracaktım, dedi.

Hemşire:

-Saat dört buçuk, sistem kapandı, çıkaramayız. Yarın erken saatte gelin.

Ahmet bunların mesai bitiminde kimseyle uğraşmamak için söylenen sözler olduğunu biliyordu. “Tamam” dedi ve aşağıya indi. Merdivenden inince soldaki odanın kapısını tıklattı ve içeri girdi.

-Hocam merhaba, rahatsız ediyorum kusura bakmayın. Beni hatırladınız mı?

Genç kadın Ahmet’ e bakarak:

-Evet hatırladım. 

-Hocam ben ilaç raporu çıkartacaktım, sistem kapalı dediler. Siz çıkartabilir misiniz?

-Tabi buyur.

Ahmet geçip koltuğa oturdu. Kimlik bilgilerini söyledi.  Daha önce kendi doktoru hastanede olmadığı için birkaç kez daha bir akrabasının tanıdığı olan Sümer Hanım’dan ricada bulunmuştu. Sümer Hanım ilaç raporunu uzattı. Ahmet raporu aldı, teşekkür edip odadan çıktı. 

Ahmet kendi kendine; “Bu kadına bir teşekkür hediyesi getirsem iyi olacak hep rahatsız ediyorum.” diye düşündü. “Şu insanları da hiç anlamıyorum görevi olmasına rağmen uğraşmak istemiyor. Acaba ben mi fazla abartıyorum? İşim olmamasına rağmen ne zaman birinin yardıma ihtiyacı olduğunu görsem elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum.” Böyle düşünürken eczaneye varmıştı bile. Sıra vardı, oturup beklemeye başladı. Beklemeye alışkındı. Hayat da beklemekle geçmiyor muydu zaten? Beklemek… Neyi beklediğini bilmeden beklemek… Bekleyişleri beklemek ve bekleyişleri beklerken beklenmeyi beklemek.

-Beyefendi buyrun…

Ahmet bu şiirimsi düşünceden uyandı. İlaç raporunu uzatarak:

-Düzenli ilacım vardı, onu alacaktım.

Eczacı raporu aldı, bilgisayara girdi. Arkadaki raflardan iki kutu ilaç çıkardı, poşete koydu  ve Ahmet’e uzattı. 

Ahmet ilaç poşetini alırken:

-Recep Abi yok mu bugün?

-Markete geçti gelir şimdi.

-Selamımı söyler misin? Ahmet’in selamı var de, o anlar.

-Tamam söylerim.

-Hadi kolay gelsin.

Bu abi yeni gelmişti herhalde, daha önce görmemiştim. Yoğunluk bitmişti eczacılardan ikisi konuşarak kapıya doğru ilerliyordu, Ahmet de bu sırada kapıya yönelmişti. İstemeden eczacı ablaların konuşmalarına kulak misafiri oldu.

-Bu yeni çocuk da ne yüzsüz!

-Daha yeni geldi hemen etiketledin!

Ahmet arkada eczacılar önde dışarı çıktılar. Eczacılar kapının solundaki sandalyelere oturdular. Ahmet eczanenin sağ bitişiğindeki pastaneye girdi. Kasiyer diğer müşterilerle ilgileniyordu. Ahmet bir yandan camın arkasındaki renk renk pastalara bakıyor, bir yandan da düşünüyordu. İnsanın yapısında yok muydu zaten yüzsüzlük! Şayet olsaydı yüzümüz, verdiğimiz tüm nefesleri geri alır mıydık? Ve yine şayet olsaydı yüzümüz bunca günaha rağmen Allah adını anıp karşısına çıkabilir miydik? Bu sırada kasiyerin müşterileri gitmişti. 

-Hoş geldiniz.

-Hoş bulduk. Bir su ve iki Alman pastası alabilir miyim?

-Tabii. 

Ahmet şişe suyu ve şık bir kutuya konulan pastaları aldı ve ücretini ödedi. Fiyat sormamıştı, elinde yetecek kadar para olduğunu ve Alman pastasının burada uygun olduğunu biliyordu. Çoğunluğu bozuk paralardan oluşan para üstünü alıyordu ki bir liralar yere saçıldı. Ahmet eğilip yerdeki paraları topladı, dışarı çıkıyorken ayağı takıldı ve sendeledi. Bozuntuya vermeden yürümeye devam etti. Sersemlemeye başlamıştı, artık hapını içmeliydi. Kenara çömeldi. Hapın kutusunu açtı ve ambalajdan bir hap çıkarıp ağzına attı. Peşine az önce aldığı suyu kafasına dikti. Elbette ilaç hemen etki etmeyecekti ama ilacını içmiş olmak bile ona bir rahatlık vermişti. Bu rahatlıkla evin yolunu tuttu, eve gidecek annesinin demlediği çay ile birlikte alman pastalarını yiyeceklerdi. Ve kafasındaki bu durmak bilmeyen sesler biraz olsun susacaktı.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir