Can Er Demir

Caminin içerisinde heyecanlı bir bekleyiş vardı. Kimse kendisini gösterip göstermemesi gerektiğini bilmiyordu. Öncelikle emin olmaları gereken şey bu çocuk bekledikleri kişi miydi? Zaten ortada kendini gösterenler azdı. Ama kendini göstermeyip duruma göre şekil alacaklar vardı. Aslında bu gelenin bekledikleri kişi olduğuna emin olsalar birçoğu ortada hazır olacaktı. Ama zaten ortalık toz dumandı. Bu gelen çocuğun beklenen lider olmaması durumunda başlarına gelebilecek olan şeylerin ihtimalinden kendilerini direkt ortaya çıkarmıyorlardı. Ezan okunmaya başlandığında içeride ölüm sessizliği hakim oldu. Zaten normalde de ezanla beraber konuşmalar caminin içerisinde azalsa da bu sefer birden bıçak gibi kesilmiş ve herkes sessizce olacakları beklemeye başlamıştı. İçlerinde en heyecanlıları süvarilerin komutanıydı. Normalde lider konumunda olması gereken birçok kişi son saldırıdan sonra kabuğuna çekilmişti. İşte tam böyle bir ortamda süvariler adını verdikleri birliği toparlamışlardı. Süvarilerin üyeleri ahitlerinden dönmemekle beraber bir tehlikeye uğramamak için kendi kabuğuna çekilenlerden oluşuyordu. İçlerinde farklı grupların liderleri de bulunuyordu. Son hain saldırıdan sonra kurulan bu süvari birliği savaş konusunda ne kadar mahir olduğunu göstermiş daha sonraki saldırıları çok çetin bir şekilde savuşturmuş, hatta artık etkili saldırılar yapar hale gelmişti. İçlerindeki öncülerden dolayı hiçbir grup süvarilere laf söyleyemiyordu. Süvari komutanı ise boyutlar arası geçişi kontrol altına almış ortama denge getirmişti. Herkes süvarilerin son ani saldırısını beklerken Süvari komutanının neden böyle çekingen davrandığını anlayamıyordu. Yalnız ortaya çıkan bu yeni lider adayı Süvari komutanının tüm davranışlarını haklı çıkartıyordu. Eğer bu yeni çocuk gerçekten lider ise o zaman eşitlenen dengeler değişmek zorunda kalacaktı. 

Bu arada herkesin merak ettiği mevzu ise avcıların ne olacağıydı. Sonuçta Avcılar bu ismi kazanmak için çok çalışmışlardı. Boyutlar arası sınırı izinsiz bir şekilde ihlal eden her şeyi ve herkesi yakaladıkları bilindiğinden onlara Avcılar denmişti. Avcılar ciddi bir üstünlük sahibiyken son Avcı liderinin yapmış olduğu anlaşma her şeyi alt üst etmişti. Bir zamanlar tarafsızlığın sembolü olan camiler şimdi bir taraf olmak zorundaydılar. Çünkü zulüm güç kazandıkça tarafsızlık zulümden taraf olmak anlamına geliyordu. Uzun zamandır Avcıların lideri ortada görünmediğinden Avcılar köşelerine çekilmiş yine kendi liderlerini ya da liderlerin liderini bekliyorlardı. İşte bu çocuktaki işaretler yeni bir dönemin kapısının aralandığını söylüyordu adeta. Bu kargaşa içerisinde herkes sessizce nefesini tutmuş içeri girecek olan çocuğu bekliyorlardı. Artık saniyeler saat gibi ilerlemeye başlamıştı. Eskiden camide bulunmaktan büyük zevk alanlar dahi bu anın gerginliği ile zamanın geçmediğini hissediyorlardı. Bu yeni çocuğun durumuna göre tüm dengelerin değişeceğini, herkesin yeni bir pozisyon alması gerektiğinin farkındaydılar. Bu okunan ezan her zamankinden daha uzun gibiydi. En sabırlı ve kararlı liderler dahi ortaya çıkan durumdan tedirginliklerini göstermede geri durmuyorlardı. Ezan bitmeden çocuk camiye girmeliydi. Aksi halde her şey başlamadan bitecekti. Süvari komutanı saatine baktı. İçinden “Ya Rabbi, bu ne uzun bir ezandır.” diye geçirdi. Son tekbirlere başlamıştı müezzin. Gergin bekleyiş had safhaya ulaşmıştı. Artık derin bir sessizlik içerisinde kalp atışları dahi duyulur hale gelmişti. Ezanın son tekbirleri bitince müezzinin nefes almak için duruşu sanki zamanı durdurmuştu. Zifiri sessizlik içinden hafiften mırıldanmalar duyuldu. 

– İçeri girmeyecek galiba.

– Boşuna mı geldik ki?

– Bu iş hiç iyiye gitmiyor gibi!

Tüm bu fısıltıları kesen süvari komutanının nispeten biraz daha yüksek sesle ama yinede fısıltıyla konuştuğu söz oldu:

-Ne olursa olsun Okçular Tepesini terk etmeyeceğim! İsteyen istediği yere gidebilir. Verdiğimiz sözdür yanlış anlaşılmasın.

Ezanın son teşehhüdü okunurken içeriye atılan adım tüm fısıltıları susturdu. Şimdi herkes olacakları bekliyordu. Sanki içeri atılan adımla beraber bir esenlik dolmuştu camiye. Sanki hafiften bir fon müziği çalıyordu. Atılan adım gerginliği dağıtmak için yetmişti. Zaten genelde atılan ilk adımlar gerginlikleri dağıtan en büyük etmenler olmuşlardır. 

Hilmi içerinin kalabalığını görünce şaşırdı. Uzun zamandır bu kadar kalabalık bir cami görmemişti. Orta yerde oturan sabırsız çocuklar gibi kıpırdanan Büfeci Osman ise dikkatinden kaçmadı. Hilmi’nin müezzin olduğunu düşündüğü hoca, Hilmi’yi müezzin mahfiline davet etti. Mahcup bir eda ile şöyle söyledi Hilmi fısıltıyla:

– Aman hocam bu kalabalıkta haddimiz mi? 

– Sayı az olsa farklı mı çağıracaksın cemaati?

– Yok hocam ondan değil de!

– Bu kadar kalabalığı namaza davet etmek mi istemiyorsun?

– Davet Allah’tan hocam, ne haddimize daveti geri çevirmek! Sadece bu makama layık mıyım?

– Seni layık gördük ki sana teklifte bulunuyoruz! Yok dersen ki beni ateşe atmayın?

– Ne ateşi hocam, camiye gelen ateşten uzak olsun. Biz namazı ateşe karşı bir kalkan biliriz. Bizi davet eden Rabbimize icabet boynumuzun borcudur.

Kurtuluş olmadığını anlayan Hilmi müezzin mahfiline çıktı. Akşam namazı olduğu için kamet getirmesi gerekiyordu. Hilmi üstünü başını düzeltti. Derin bir nefes aldı. Gür bir sesle kamete başladı. Sesi beklediğinden o kadar çok çıkmıştı ki yer gök Hilmi’nin sesiyle inliyor gibiydi. Caminin akustiğinden zannetti Hilmi. Yüksek sesle başladığı için ahengi bozmamak gerekiyordu. Aynı yüksek tondan devam etti. Hilmi kameti bitirdiğinde cami hınca hınç insan dolmuştu. Bu ilahi çağrıyı duymayan yoktu. Bu çağrıyı duyup da icap etmemek ise mümkün değildi. Uzun zamandır gerçekleşmeyen bir şey olmaya başladı. Bu çağrı ile farzın son rekatı dahi olsa cemaatte katılımlar devam ediyordu.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir