Can Er Demir

Okulda her zamankinden daha güzel bir gün geçirmişti Hilmi. Duyduğu şeyleri kolayca unutmadığını fark etti. Yazılısını çok erken bir zamanda bitirmişti. Tüm arkadaşları sınavın zorluğundan yakınırken Hilmi’ye çok kolay gelmişti sınav. İçinde bitmek tükenmek bilmez bir enerji hissediyordu. Gününün güzel geçmesine rağmen aklı sürekli babasındaydı. Neden böyle acayip davrandığını anlamış değildi. Sürekli aklında babasının söylediği anlaşma vardı. Acaba kiminle ne üzerine bir anlaşması vardı? Okuldan sonra evin yolunu tuttu. Arkadaşları okul çıkışı biraz dolaşmak için Hilmi’yi ikna etmeye çalışıyordu.

-Hadi ya ne olacak sanki biraz takılsak? Dedi Mehmet. 

Hilmi ise:

-Yarın sınav var arkadaşlar, ders çalışmam lazım, diye cevap verdi.

– Ya ne olacak altı üstü bir sınav? Azıcık eğlenmek herkesin hakkı değil mi? Dedi Can.

-Babamı biliyorsunuz, diye karşılık verdi Hilmi, sınavlar konusunda ciddi arıza çıkarıyor.

Arkadaşları anlamsız bir şekilde Hilmi’nin suratına baktılar.

-Hayır ne olabilir ki en fazla? Nasıl tepki verebilir ki? Dedi Recep. 

Hilmi hayretle Recep’in suratına bakarak:

-Bu soruyu sen mi soruyorsun, dedi, babamın kızgın halini ne kadar çabuk unuttun?

Recep sanki hiçbir olay hatırlamıyor gibi Hilmi’ye bakarak:

-Dostum neden bahsettiğini hatırlamıyorum! Dedi. 

Hilmi bu duruma anlam veremedi. Konuya başka bir açıdan yaklaşarak:

-Hem eğlenmenin bir hak olması için önce bir çaba olması gerekmiyor mu?

-Ne demek istiyorsun dostum?

-Önce sınavları atlatıp ondan sonra eğlenmemiz gerekmiyor mu? Sanki sınav öncesi eğlenme işi çok mantıklı gibi değil!

-Tamam kanka sen gelme! Dedi Mehmet.

-Seninle de sınavdan sonra takılırız. Senin gelesin yok, sürekli bahane uyduracaksın bize!

Hilmi arkadaşlarının yürüttüğü psikolojik taarruzu fark etmişti. Gereksiz münakaşaya girmek istemedi. Gelmek istiyorum diye üstelese üstüne daha çok gelip kendisini gaza getireceklerini anladı. Hem sınavdan düşük alıp hem de babasından fırça yemeyi göze alamadı.

-Aynen kanka! Annem bekliyor beni hem. Söz verdim geç kalmamak için, dedi Hilmi. 

Bu sanki sihirli bir sözcükmüş gibi birden orada bulunan herkesi ikna etti. Musafahalaşıp ayrıldılar. Evine doğru giderken Hilmi saate baktı. Saatin daha erken olduğunu fark edince yürümeye karar verdi. Hafif bulutlu bir hava vardı. Güneş adeta bulutlarla dans ediyor gibi bir görünüp bir kayboluyordu. Ara ara hafif esintiler halinde esen rüzgâr susuzluğunu hatırlatıyordu. Evine giden yoldaki en zorlu kısımda esmeye başlayan bu rüzgâr onu sevindirdi. Hafiften yokuş başlamıştı. Gittikçe susuzluğunun arttığını hissediyordu. Yokuşun dibindeki büfeci Osman Abiden su almaya karar verdi.

-Selamun aleyküm Osman Abi!

– Ve aleyküm selam koçum! Buyur bir şey mi istiyorsun?

-Su alacaktım abi, diyerek dolabı açtı. Suyunu aldı ve cebindeki en küçük para olan beş lirayı büfeciye uzattı.

-Baban ne yapıyor, nerelerde? Görünmüyor çok zamandır!

-Ne yapsın abi, iş güç işte. Evden işe, işten eve. Son zamanlarda biraz daha fazla yoruluyor.

-Şimdi nerede?

Bu soruda biraz endişe sezmişti Hilmi. İlk defa Büfeci Osman’dan endişeli bir soru duyuyordu.

-Bilmem! İştedir büyük ihtimalle! Ne de olsa o bana hesap vermiyor, ben ona hesap veriyorum.

-Bakarsın bir gün o da sana hesap verir, dedi Büfeci Osman imalı bir ses tonuyla.

-Yok abi, bizim kültürümüzde öyle şeyler mümkün olur mu? Hangi makama gelirsen gel baba oğluna hesap verir mi? Bir de polis dahi olsam babamın yanlış bir iş yapması gerekir hesap vermesi için.

-İnsanların gördüğünden başka yönleri de vardır aslanım! Bazen küçük hatalar büyük sonuçlar doğurur. Unutma bunu!

– Allah göstermesin abi öyle bir şey!

-Amin koçum, amin!

Konuşmanın bitmesi gerektiğini anlayan Hilmi selam verdi ve evinin yolunu tuttu. İçtiği su Hilmi’ye ayrı bir güç, kuvvet vermiş gibiydi. Günün yorgunluğu sanki üzerinden gitmişti. Normalden daha kısa bir sürede yokuşu çıkarak apartmanın önüne geldi. Yol boyu Büfeci Osman’ın dedikleri aklını kurcaladı. Eve gidip ders çalışmalıyım, diye düşündü. Anahtarını çıkardı, dış kapıyı açtı. Usul usul merdivenlerden çıktı. Evinin kapısına gelince zile bastı. Birazdan annesi kapıyı açtı.

-Hoş geldin yavrum!

-Hoş bulduk anne!

Dalgın bir şekilde içeri girdi. Çantasını bıraktı. Ceketini astı. Banyoya geçip elini yüzünü yıkadı.

-Benim ders çalışmam lazım anne! Yarın önemli bir sınavım var! diye seslendi annesine. Annesinden bir cevap gelmedi. Birkaç saniye durduktan sonra soru sormadığını fark etti. Sorulmayan sorunun cevabını beklemek çok da mantıklı değil, diye düşündü. Odasına geçti. Masasına oturdu. Sonra namaz kılmadığını hatırladı. Kalktı hacet giderdi. Güzel bir şekilde abdestini aldı. Odasına geçip seccadesini serdi. Namaza başladı. Kafasını kurcalayan tüm düşüncelerden arınarak okuduğu surelere odaklanmaya çalıştı. Zor da olsa farklı düşüncelere dalmadan namazını bitirmeyi başardı. Tesbihat yaparken odasının kapısının açıldığını fark etti. Annesi Hilmi’nin yatağına oturup oğlunun namazını bitirmesini bekledi. Sonra oğlunun tesbihata geçmiş olduğunu anladı. Hilmi tesbihatını bitirmiş ellerini kaldırıp dua ediyordu. Duası bittikten sonra annesine döndü. Annesi:

-Çok dalgın görünüyorsun oğlum!

-Yarınki sınavdan dolayı biraz endişelendim galiba. Babam geldi mi bu arada?

Annesi derin bir iç çekti.

– Bu konuyu defalarca konuştuk Hilmi. Tekrar açmayalım istersen.

-Hangi konuyu anne. Babamın işten gelmesiyle ilgili bir şey konuştuğumuzu hatırlamıyorum.

-Sen şimdi sınavına odaklan güzel oğlum. Sonra konuşuruz bunları.

-Osman Abi kafamı karıştırdı bugün biraz.

-Hangi Osman Abi?

-Yok mu okula giden yokuşun altında büfeci Osman Abi?

-Hayır yavrum. Yokuşun üzerinde büfe bile yok.

-Nasıl yok? Bugün su aldım Osman Abiden, babamı sordu bana. Endişeli gibiydi.

-Şu sınavların bitsin seninle bir doktora gidelim. Belki de çok yorulduğun için yine hayal görmeye başladın. İstersen uzan biraz, sen kalkınca ilaç saatin gelmiş olur.

Garip şeyler olduğunu anlayan Hilmi üstelememesinin daha doğru olacağını düşündü. Yoksa yılların büfecisi Osman Abiyi tek gören kendisi değildi. Ayrıca babasının işten gelmesiyle ilgili annesiyle konuştukları bir konu yoktu. Tüm bunlara ilaveten ilaç da kullanmıyordu. Babası doktorlarla kaç defa ilaç konusunda münakaşa etmişti. Kendisi birçok ilaç kullanırken oğluna ilaç kullandırmama taraftarıydı. Belki de gerçekten çok yoruldum, dinlenmem lazım diye düşündü. Bu arada annesi odadan çıkmıştı. Her anne gibi kapıyı hafif aralık bırakmıştı. Yatağına uzandı Hilmi. Gözlerini kapattı. Annesinin telefonunun tuşlarından çıkan sesleri duydu. Annesi fısıltıyla birisiyle görüşüyordu. İlk konuştuklarını anlamadı. Sonra annesinin “Gerekirse hastaneye yatırırız.” dediğini duydu. Yorgun olduğunu hissetti ve uykuya daldı.

O esnada çöldeki çınar ağacının altına ulaşan Abdullah, ağacın altındaki oturma yerini görünce rahatladı. Olanlara bir anlam veremiyordu. Etrafına bakındı. Olanları anlamaya çalışıyordu. Kafasında birçok cevapsız soru dönüp duruyordu. Uzaktan yaklaşan bir toz bulutu gördü. Dikkat kesildi. Bir atlını yanaştığını fark etti. Dört nala gelen atlıyı takip etti. Çınarın dibine doğru geliyordu. Dikkat kesildi. Geleni tanıyıp tanımadığını hatırlamaya çalıştı. Bu gelen Osman’dı. Tanıdık birini görmenin verdiği sevinç ile ayağa kalktı. Osman atını çınarın gölgesindeki su yalağına bağladı. Abdullah yeni fark etti orada yalak olduğunu.

-Selam aleyküm!

– Aleyküm selam! Osman sen misin?

– Benim ya, sen kimi bekliyordun Abdullah Dayı?

-Dayı mı?

-İş bırakan avcılara ne dememizi bekliyorsun Abdullah Dayı?

Bu söz üzerine bir an afallayan Abdullah sessizce yerine oturdu.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir