Hilmi babasının sesine uyandı. Birisiyle tartışıyordu. Babasının karşısında yaşlı bir adam sesi var gibiydi. Adam oldukça titrek ve fısıltılı konuşuyordu. Babası ise her zamanki asabi haliyle ve gür sesiyle konuşuyordu. Babasının sesini duydu:

-Olmaz! Bu söylediklerin imkansız.

Çok fazla önemsemedi Hilmi. Babasının her zamanki gibi olayları büyüttüğünü düşündü. Zaten babası ne zaman evde olsa olaylar olması gerekenden daha fazla büyürdü. Dışarıda ne kadar sakin ise içeride o kadar sinirliydi. Yaşlı adamın azarlar tarzda bir şeyler söylediğini duyar gibi oldu. Tekrar babasının sesini duydu kararlı ve sinirli bir tonda:

-Böyle bir şeyi kabul edemem! Bu dediğin saçmalık.

Babasının gittikçe sinirlendiğini hissediyordu. Yataktan çıkmak hiç akıl kârı görünmedi Hilmi’ye. Acaba saat kaç olmuştu? Babasının sinirli sesini duyunca üzerine aldığı örtüden bile çıkmak istemedi. Hâlbuki odasının kapısı kapalıydı. Babası en az iki oda ötede olmalıydı. En azından kalkıp saate bakmalıyım diye düşündü. Babasının sesinin gerginliği üzerine çökmüştü. Tekrardan babasının sesini duydu.

-Hayır dedim sana! Bir anlaşmam var! Dur! Seni içeri alamam!

Bu sözleri duyunca yattığı yerde kaskatı kesildi. Babası kapının önünde konuşuyordu. Evin uzun koridorunun ötesinden babasının sesi böyle net geliyorsa büyük bir olay olmalıydı. Gözleri kapalı dikkat kesildi. Yaşlı adamın konuşmaya başlayacağını hissetti ve hemen sonra titrek ve sitemkâr bir ses duydu:

-Kişi kaderinden kaçamaz. Bazı şeyleri erteleyebilirsin ama engelleyemezsin. 

Yaşlı adamın sesini net bir şekilde duymaya başlamıştı. Yaşlı adam bağırmıyordu. Aksine sessiz bile konuşmaya çalışıyordu. Fakat gayet net bir şekilde adamı duymaya başlamıştı. 

-Sana çocuğu gördüm diyorum. Senin gibi değildi! Şuurlu mu, şuursuz mu bilmiyorum ama senden daha netti.

-Uzak dur! Bir adım daha yaklaşma! Sana bir anlaşmam var dedim.

-Senin kafası az çalışan bir adam olduğunu söylemişlerdi ama bu kadarını beklemiyordum.

-Ne demek istiyorsun, dedi babası daha sert bir şekilde.

-Bunu öğrenmek için önce kafanı çalıştırman lazım. Düşünmek insanî bir eylemdir. Bundan bu kadar korkmaman lazım. Anlaşmaların açık noktalarını bilmen gerekir. 

-Bu gibi şeyleri düşünüp derdime dert katmak istemiyorum. Bu savaşa daha fazla kurban vermeyeceğim!

-Demek bu yüzden çocuğa bu ismi koydun. Ama unutma ne kadar koşarsan koş ulaştığın sadece kaderindir. Belki de senin bu ahmakça hareketlerin çocuğu daha güçlü bir hâle getirdi.

-Benim kafamı karıştıramayacaksın! Kararım katidir!

-Korkuyorum ki olan bitenin farkına varınca çok geç olacak. Anlaşmaların geçerli olmadığı yeri biliyorsun. Ama artık oraya ulaşabilmen için normalden fazla çaba harcaman gerekecek gibi görünüyor.

-Yeter bu kadar!

Babasının bu son sözünden sonra kapının kapandığını duydu. Babasının ayak sesleri yaklaşıyordu. Babası oturma odasına girdi. Kafasını kaldırıp saate baktı. Daha  erkenmiş, diye mırıldandı. Babasının mırıldamasını duydu. Birden babasının bir noktaya odaklandığını fark etti. Yattığı odaya doğru döndüğünü hissetti. Babası iki oda ileriden Hilmi’nin odasına doğru tüm dikkatini yöneltti. Hilmi kaç dakikadır hareketsiz kaldığını bilmiyordu. Babasının kendisini görüp görmediğinden emin değildi. Uyurken yan dönmüş gibi yaptı. Babasının hâlâ odaklanmakta olduğunu hissedince kendisini fark etmediğini anladı. Gözlerini aralamaya çekindi. O sıra annesinin sesini duydu:

-Ne yapıyorsun burada? Eski günlere mi özendin.

-Ne eski günlerinden bahsediyorsun? Bu çocuk kaçta gidecek okula.

-Daha var okul saatine birazdan kahvaltı hazırlayıp çağıracağım.

-Bir kurtulamadık şu kahvaltılardan mecbur muyuz bu saatte buna?

-Tok karnına çekilir olmuyorsun bi de senin aç hâlinle mi uğraşacağız? Aman zaten sen işe gideceksin biz sonra da yaparız kahvaltımızı.

Babası her zamanki tekli koltuğuna oturdu. Eline telefonunu aldı ve sabah rutini hâline getirdiği haberleri kontrol etmeye başladı. 

-Hilmi kalkarsa yanıma gelsin, diye bağırdı eşine. Hilmi gerildi. Yavaştan kalkması gerektiğini anladı. Gözlerini açtı ve öylece duvara doğru baktı. Üzerinde bir yorgunluk hissetmiyordu. Hâlbuki dün gece yorulmuş olmalıydı. “Acaba hepsi bir rüya mı?” diye düşündü Hilmi. Rüyaysa bu gerçekten çok gerçekçi bir rüyaydı. Üzerindeki örtüyü açıp yatakta doğruldu. Kendisini enteresan bir şekilde dinç hissediyordu. Gece rüyasında gördükleri çok gerçekçi bir şekilde hafızasına kazınmış durumdaydı. Sabah namazını kılıp kılmadığını hatırlamıyordu. Namazı camide mi kılmıştı? Yoksa hiç kılmamış mıydı? Ya da kıldığı namazı hatırlamıyor muydu? Kalkıp elini yüzünü yıkamaya gitti. Babasının çok kızdığını bildiği için kapının kolunu sessizce açtı ve aynı sessizlikle yeniden kapattı. Banyoya gidip elini yüzünü yıkadı. Acaba direkt babasının yanına gitmeli miydi? Yoksa annesinin yanına mı gitmeliydi? Elini ve yüzünü havluda kurulayıp üstünü değiştirmek için odasına yöneldi. Odasının kapısını açmak için kapının koluna uzandı. Bu sefer odadan çıkarken olduğu gibi çok sessiz değildi. Babası kapısının sesini duyunca Hilmi’ye seslendi.

-Hilmi, Hilmi! Gel bakayım buraya!

Bu komut üzerine Hilmi odasına girmeden oturma odasına yöneldi. Babası her zamanki tekli koltuğunda oturmuş haberlere gömülü bir şekilde oğlunun odaya girmesine kayıtsızmış gibi davranıyordu.

-Buyur baba, dedi Hilmi gayriihtiyari komut bekleyen bir asker gibi. Babası kafasını oynatmadan gözlerinin ucuyla Hilmi’ye baktı.

-Dün gece acayip bir şey oldu mu?

-Nasıl acayip bir şey baba?

-İzinsiz bir yere gittin mi mesela?

-Hayır, dün odamda sınava çalıştıktan sonra namazımı kıldım ve yattım. 

“Zaten evin kapısına gitmem için sizin odanızın önünden geçmem lazım. Beni fark ederdiniz. Fark etmeseniz bile dış kapıyı yağlamadığınız için sesten bunu anlardınız” diye geçirdi içinden.

-Peki farklı bir rüya falan gördün mü?

Bu soruyu sorarken tekrar telefona çevirdi gözlerini babası. Hilmi şaşırdı. Babası ona rüya görüp görmediğini sormazdı. Bir an ne diyeceğini bilemedi.

-Evet, dedi Hilmi, çok net hatırladığım bir rüya gördüm. Ben normalde rüyalarımı hatırlamam ama bu sefer çok net hatırlıyorum.

Babasının duraksadığını fark etti Hilmi. Belki de onu şaşırtacak bir haber görmüştü.

-Nasıl bir rüyaydı?

-Rüya esnasında rüyada olduğumu anlamadım. Uyandıktan sonra fark ettim. Normalde yapılamayacak şeyler yapıyordum.

Babasının rahatladığını hissetti Hilmi. Devam etti babası:

-Bir yere mi gittin rüyanda, bir hayvan falan gördün mü mesela?

-Evet! Bir camiye gittiğimi gördüm.

Cami kelimesini duyunca babası birden irkildi. 

-Avlusunda kediler vardı.

-Kediler mi?

-Evet.

-Kaç tane olduğunu hatırlıyor musun?

-Sayabildiklerim 124 kadardı. Sonra saymakla bitmeyecek kadar çok olduklarını fark edince saymayı bıraktım.

Kedilerin sayısını duyunca babası artık telefonu bırakmış ve iyice oğluna yönelmişti.

-Ne yaptın camide?

-Müezzinlik yaptım. Ama sanki yeni yapıyor gibi değildim, sanki oranın müezzini benmişim gibiydi.

-Kaç yaşındasın sen?

-14.

-15 olmana ne kadar var?

-5, 6 ay var.

Bu söz üzerine babası birden koltuktan kalktı, üstüne ceketini aldı, hızla evden çıktı. Hilmi şaşırmıştı. Babasının ayak seslerini apartmanı terk edinceye kadar dinledi. İlk defa babasını bu kadar paniklemiş olarak görüyordu. O sırada annesi odaya girdi. 

-Hadi oğlum okula geç kalacaksın. Üstünü giyin, yemek yemeye zamanın kalmayacak.

Hilmi hayretler içerisinde odasına girdi. Üzerini değiştirip çantasını aldı. Canı yemek yemek istemiyordu. Mutfakta bir dakika kadar annesini izledi. Sonra okul saatinin çok yaklaştığını fark edince hızlıca kapısından çıktı ve okulun yolunu tuttu.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir