Can Er Demir

Güneşli bir gün, hafif serin ama üşütmeyen bir hava vardı. Cam gibi berrak bir gökyüzü selamlıyordu ağaçları. Soluk soluğa kalmıştı. Çünkü her zamanki gibi Rasim Abi’nin arkasından koşturuyordu. 

-Atlar, diye fısıldadı kendi kendine, atlar nerede? 

-Rasim Abi, diye bağırdı.

Atları soracaktı. Zavallı hayvanlar da çok koşmuşlardı. Acaba yemleri, suları önlerine konulmuş muydu? Rasim Abi gittikçe hızlanıyordu. Yetişmek için hızlandı. Bedeni hızlandıkça düşünceleri azalmaya başladı. Neden bu kadar hızlı koşuyordu ki acaba? Hatırlamaya çalıştı ne için koştuklarını. Acaba yine bir yarış mıydı? Biraz daha hızlandı. Nefesi yettiğince koşmuyordu. Hızının son sınırı bu değildi. Hem atların durumunu sormak, hem de neden koştuklarını anlamak için tekrar Rasim Abi’ye seslendi.

-Rasim Abi, Rasim Abi. 

Rasim Abi kendi adını duydukça daha fazla hızlanmaya başladı. Ne kadar hızlanırsa Rasim Abi de o kadar hızlanıyordu. Ne kadar seslenirse Rasim Abi yine hızlanıyordu. Bu kadar kilosuna rağmen Rasim Abi iyi koşuyordu. Acaba koşu yarışlarında derecesi var mıydı? Yahut bu can havliyle yapılan bir koşu muydu? Can havli fikrinin aklına gelmesi sisli geceyi hatırlattı. Hoş gece olup olmadığını bile tam olarak hatırlamıyordu. Karanlıklar içinde sisin içine girdiklerini hatırladı. Sahi sise ne olmuştu? Atlarla neyden kaçıyorlardı. Atlara ne olmuştu? Sorular zihninde dönüp tekrardan başa sarmıştı. Hızlanmaktan başka bir çaresi yoktu. Hızlandı, Rasim Abi’ye dokunana kadar da hızlanmaya niyetliydi. Normalde koşmaya başladığında bu kadar uzun süre koşamazdı. Fakat şuan bir yorgunluk hissetmiyordu. Hızlandı, hayatında hiç koşmadığı kadar hızlı koştu. Neredeyse Rasim Abi’nin ensesindeydi. Elini uzattı ve Rasim Abi’ye dokundu. Dokunmasıyla Rasim Abi olduğu yerde çakıldı kaldı. Rasim Abi’ye çarpmadan durmaya çalışırken birden ayakları birbirine dolandı ve Rasim Abiyle yere yuvarlandılar. 

Rasim Abi gözlerini sonuna kadar açmış, dehşete düşmüş bir şekilde bakıyordu.

-Hayır, dur, yapma, dedi yalvaran bir sesle. Beni bırak, dedi, yalvarırım ben böyle iyiyim.

– Rasim Abi, dedi hayret içinde, neden bahsediyorsun abi, anlamıyorum seni.

Rasim Abi ayağa kalktı. Üstünü başını toparladı.

-Senin peşindeler, dedi, benimle alakası yok, seni istiyorlar. Beni bu işe bulaştırma.

Hayretler içerisinde Rasim Abi’yi izleyerek doğruldu. Masanın üstünden bir kurabiye aldı. Zigon sehpada duran bardağa uzandı. Bir yudum çay içerek eski rahat koltuğa oturdu. Hatta buna oturmak değil gömülmek demek daha doğru olurdu. Bu evi hatırlıyordu zihninin bir köşesinde. Eski bir evdi. Burası dedesinin evi gibi dizayn edilmişti. Bir an durdu. Nereden buraya gelmişlerdi.

-Rasim Abi, dedi, buraya nereden geldik. Biz, dedi, biz ne yapıyorduk? 

-Yine başladın, dedi Rasim Abi, bu sefer sıra kimde, ben de mi?

Derin derin gözlerine baktı Rasim Abi. Söyleyecek çok sözü var gibiydi. Sanki söz söylemeye kıymetli bulmadı karşısındakini. Tepkili olduğunu belli eden bir tavırla arkasını döndü. Kapıya doğru döndü, kendinden emin adımlarla ilerledi. Oda da sadece Rasim Abi’nin ayak sesleri duyuluyordu. Kapının açılma sesinin ardından çok sert ve tok bir şekilde kapının kapanma sesi duyuldu. Derin bir sessizlikten sonra içerden sesler gelmeye başladı.

-Dur, dedi Rasim Abi, konuşalım, belki uzlaşacağımız bir nokta buluruz. 

Bir sessizlik oldu. Sonra bir boğuşma sesi duyuldu. Daha önce duymadığı bir ses duydu.

-Rasim Abi dikkat et, silahı var!

-Rasim Abi kılıcı da var, aman abi dikkat et!

Sanki hiçbir şey olmamış gibi dedesinin eski koltuğunda oturmuş çayını yudumlamaya devam ediyordu. Uzun bir boğuşmadan sonra derin bir sessizlik oldu. Sessizliği bir çığlık böldü. Artık bu çığlıkla oturduğu koltuktan fırladı. Oda da yalnız olduğunu fark etti. Çığlığın ardından kaçışma sesleri duydu. Ardından sessizleşen odaya doğru yavaşça yürüdü. Korkarak elinin kapının koluna attı. Yavaşça kapıyı araladı. Her tarafın kan olduğunu fark etti. Heyecandan eli ayağına dolaştı. Bembeyaz bir odanın her tarafının kan olduğunu gördü. Odanın diğer ucunda daha önce görmediği türden bir şey gördü. Ne olduğuna anlam veremedi. Sessizce yaklaşırken bunun bir insan kellesi olduğunu fark etti. Gövdesinden ayrılmış bir kafa. Yaklaştı ve kellenin suratına baktı. Gayet mesut bir şekilde gülümseyen Rasim Abi’nin kafasıydı bu. 

Üzerindeki şoku atlatması uzun zamanını aldı. Hiç kıpırdamadan uzun süre öylece bakakaldı. Olayın vahametini kavrayınca gözünden bir damla yaş süzüldü. Bu gözyaşı damlası, domino taşlarını hareket ettirir gibi tüm vücudunun kilidini çözmüştü. İki elini yana açtı. Kafasını gökyüzüne kaldırarak derin bir çığlık attı. Uzun, hüzün dolu, avazı çıktığınca yüksek bir çığlık. O kadar bağırdı ki  önce sesi kesildi bağırmaktan. Sonra etraf dönmeye başladı. Duvarların yer değiştirdiğini gördü ama anlam veremedi. Yere yığılmadan önce hiç tanımadığı bir kızın suratı gözlerinin önünden geçti. Ortalık karardı ve sesler kesildi.


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir