Şakir Zümre
Güzel olan her şey acı vermek zorunda mı? Hayat bu kadar adaletsiz olmak zorunda mıydı? Yahut adaletsiz olan insanlar mıydı? Sahi bunun ne önemi var ki? Adaletsizliğe uğradıktan sonra buna insanlar tarafından maruz kalmak ya da kalmamak neyi değiştirir?
Tüm masumlukların insafsızca cezalandırıldığı bir çağda yaşamaya kim, neden ve niçin yaşamak demiştir? Artık karamsar olmak için bile çok iyimser olmak gerekmektedir. Gözlerini bu dünyaya açıp da masum kalabilen var mıdır? Önce en masumları istismar etmiyor muyuz insanlar olarak? Ah biz insan namındaki mahluklar! Sahi insanlık kavramını doğuran insanlar neredeler? Bir zamanlar aşağılamak istediklerimize hayvan derken artık insan demek yeterli olacaktır herhâlde.
Sadece sözü eline alan kişi kendisi için menfaat saydığı şeylerin engellenmesini kötülük olarak görmekte. Benden çalan çaldığı miktara göre dünyanın en kötü insanıdır. Benden çalmayan çaldığı miktarda suçludur. Ben ise ihtiyacım olan şeylere ulaşmak için farklı yöntemler kullanabilirim. Ben fail isem filler en yumuşak ve yorumlanabilir taraflarına bürünürler. Benim işlediğim fiillerde fillerin gerçekleşmesine sebep olan etkenler de hesaba katılmalıdır. Bunların sonunda işlediğim fiile en iyi niyetli ve en merhametli şekilde yaklaşıp hırsızlık sayılabileceğini itiraf kabalığını göstermek insanlığa ne kadar yakışır ki?
Tarihini hatırlamadığım bir zamanda bir avukat konuşması dinlemiştim. Kim olduğunu anımsamıyorum. Birebir olayı da hatırlamıyorum. Konuşmasına başlarken özür dileyerek linç edilmeyi göze aldığını söylemişti. Eşlerine boşanma davası açan kadın müvekkillerinden bahsediyordu. Birisinin boşanma sebebinin diğerinin hayal ettiği bir yaşam olması gerçeğinden dem vuruyordu. Birisi benimle yeteri kadar ilgilenmiyor derken, diğeri benimle ilgilenmiyor diyordu. Birisi özel günleri unuttu derken, diğeri varlığımı unuttu diyordu. Birisi beni aldattı derken, diğeri keşke sadece bir kişi ile aldatsa diyordu. Birisi bana tokat attı derken, diğeri keşke daha az dövse diyordu. Avukat bu konuşmayı kadınların yaşam standartlarının şikayetleriyle doğru orantılı olmasına bağlıyordu. Burada farklı bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Kimi insanlar kendilerince ilgi kriterleri oluşturmuşlar. Kimileri şiddeti normal olarak görüyor, kimileri ise aldatılmayı belirli bir sınıra kadar normal karşılıyor.
Herkesin kötülük kriterlerini oluşturan farklı olgular var. Aynı olaylara farklı tepkiler veriyoruz. Bazen hayvana tecavüz edilmesine hayret ediyor, bazen ne olacak ki yahu tarzında tepkiler veriyoruz. Tecavüz edilen insanları cinsiyetlerine, yaşlarına ve tecavüze uğradıkları saatlere göre kategorize etmişiz. Sanki çocuk oyunu oynuyormuş gibi belirli bir yaşın altını yok sayıyoruz. Canlıları da canlılıklarına göre kategorize etmişiz. Yaşamaya layık olanlar ve yaşamaya layık olup olmadıklarının tartışılmasına gerek dahi olmayanlar. Yaşam mücadelesinin yanında öyle anlamsız gelen haklar peşine düşmüşler ki insanlar, akıl bir yerden sonra söyleyecek bir söz bulamıyor. Bir tarafta neden öldürüldüğünü bilmeyen çocuğu ölüme yollamak için faşizanca söylemlerde bulunan Bolu Belediye Başkanı dururken, diğer tarafta nikahlanacak kişinin yaşının yükseltilmesinin gerektiğini söyleyerek nikah yaşına gelmemiş sevgilisiyle tatil planları yapan bilmem hangi artist durmakta. Bizler ise hepsine hak vermekteyiz.
Nasıl olsa hak bize ait değil. Bize ait olmayan bir şeyleri birilerine verirken neden cimri davranalım ki? Akıl dediğimiz şey zaten sürekli kullanılması gereken bir şey değildir. Eğer sürekli kullanılması gereken bir şey olsaydı insanlar bunu kullanırlardı değil mi? Günümüz insanlarının bir akıl tutulması yaşadığını kimse inkar etmeyecektir herhalde. Yahut şöyle söyleyelim, kendinizin değil başkalarının akıl tutulması yaşadığını inkar etmeyeceksiniz değil mi? Tabii ki karşı taraftan bakınca da biz akıl tutulmasına uğramış gibi görünebiliriz. Bunu çözmek için de karşı taraftan bakmayıveririz. Hem ne olacak karşı taraftan bakacağız da. Empati yapacak hâlimiz yok ya. Biz daha empati severler emeklemeye başlamadan diğerkâmlığı terk etmişiz. Üzerine ciltlerce eser yazılan bir kavramı nostalji köşelerinde ve unutulmuş, gereksiz görünen bir müfredatın hatırlanmayacak bir köşesinde anıyoruz.
İnsanlık olarak zor bir eşikten geçiyor gibiyiz. Bunu empati ile aşabileceğimizi düşünen ciddi bir kişisel gelişimci kesim var. Asıl meselenin kişisel değil toplumsal ahlaki gelişimimiz olduğu ise göz ardı ediliyor. Bireysel olarak ahlaklı olan tüm insanlar toplum içerisinde normalde karşı oldukları fiilleri icra edebiliyorlar. Yani mesele kişisel gelişimcilerin dediği gibi empati değildir kanaatindeyim. Zaten biraz empati yapmaya kalktığımızda vardığımız nokta çok da insanlara anlatılabilecek bir konumda değil. Zannediyorum empatiye merak saldığımızda sonumuz, et yiyelim ama hayvan ölmesin olacak.
0 yorum