Abdurrahman Kıroğlu

Hayatımızı güzelleştiren yahut zorlaştıran birçok etmen vardır. Bazılarımızın hayatını güzelleştiren şeyler bazılarımızın hayatını zorlaştıran şeyler olabilir. Hayat olarak benimsediğimiz şey mevcut durumlara verdiğimiz farklı tepkilerin oluşmasına sebep olmakta. Kimi insan için futbol olmazsa olmaz bir lütufken, kimi insanın hayatını karartan bir kabus olabiliyor. Aynı olaylara, aynı şartlar altında verdiğimiz tepkiler bizleri farklı sonuçlara götürebiliyor.

Çok eski bir tarihte okuduğum, gerçek olup olmadığını hatırlamadığım bir hadise var. Gerçek olma ihtimalinin yüksekliği olayın hafızamda kalmasına yol açmış olabilir. Bir gazeteci, Amerika’da büyük bir firmanın sahibi hakkında yazı hazırlarken enteresan bir durum ile karşılaşıyor. Bu “çok” zengin insanın evsiz bir kardeşi olduğunu öğreniyor. Oysa ki bu firma sahibi akrabalık ve arkadaşlık ilişkilerine önem veren birisi olarak tanınmakta. Olayın iç yüzünü merak eden gazeteci iki kardeşle de farklı zamanlarda röportaj yapıp anlattıklarını bir yazıda birleştiriyor. İkisine de aynı soruyu soruyor, ikisi de aynı cevapları veriyor ama sonuçlar bambaşka. Sorulan soru, nasıl bu hâle geldiniz? Zengine nasıl zengin oldun anlamında, evsize nasıl evsiz kaldın anlamında soruluyor. Verilen cevaplar da aynı oluyor. İkisi de: “Benim babam içki içen uyuşturucu müptelası bir adamdı. Her gün gelir ve bizi döverdi. Çok fazla içtiği bir gün annemi döverek öldürdü. Bu şartlar altında yapabilecek başka bir şeyim yoktu.”

Birisi babasına benzemenin, bu şartlarda yetişen bir kişi için kader olduğu kanaatinde; diğeri ise çok eziyetler çektiği için babasına benzememeyi kader olarak görmektedir. Birisinin hayatını karartan durum diğerinin yıldız gibi parlamasına yol açmıştır. Aynı şartlarda, aynı çevrede, aynı zamanda oluşan farklı sonuçlar. Benimsediğimiz mantalite durduğumuz yer için önemli bir etmen olmaktadır. Anadolu irfanında bunun ismi kokudur. Senin mantaliten böyle, demezler. Sen şu kokuyorsun, derler. Sen edebiyat kokuyorsun, sen kibir kokuyorsun, sen korkaklık kokuyorsun, sen şiir kokuyorsun, sen peygamber kokuyorsun gibi sözlerin karşımıza hangi köyde çıkacağını bilemeyiz.

Günümüzde kendisini başkaları gibi kokutmaya çalışan  kişilerle karşılaşmaktayız. Psikolojide kokuların kişilik gelişimi ve karakter yapısıyla birebir bağlantılı olduğuna dair araştırmalar yapılmıştır. Hatta bazı eğitimcilerin güzel kokularla eğitimi koşullandırdıkları da bilinen bir durumdur. Bunu maddi bir koku olarak ele almasak dahi etkilerinin böyle olduğunu görmekteyiz. Öğrenme iklimi kişinin üzerine aynı bir koku gibi sinmektedir. Üzerimize sıktığımız kokular da karakterimizi gölgeleyen bir etkiye sahiptir. Ne kadar taklit ve çakma koku kullanıyorsak o kadar birilerine benzemeye meyilli ve kendi karakterimizden yoksun kalmaya imkan hazırlamış oluyoruz. Bilmem hangi artiste benzemek için onun gibi kokmaya çalışıyor, kokuyu davranışlarımızla da destekliyoruz. Yapay kokulara alıştıkça sağlığımızdan ödünler veriyoruz. Zamanla bağımlı bireyler hâline gelmeye başlıyoruz. Herkeste etkisi farklı olsa da, herkesi etkileme süresi farklı olsa da sonuç maalesef ki değişmemektedir.

Sağlık kazanmak için yapılan diyetler ve tedaviler sonucunda sağlıklı bir bedene kavuşan insanlarda gördüğümüz ortak tepkilerden birisi de kokulara karşı duyarlılık kazanmış olmalarıdır. Aslında “yapay” kokulara karşı duyarlılık kazanmış olmalarıdır. Vahşi kapitalizmin üzerimizden bu şekilde geçmesi ve kendimizi ezdirmeye bu kadar istekli olmamız da enteresan bir durum. Zannediyorum celladına aşık olma sendromu bu durumu anlamamıza yardımcı olabilir. Tabii ki her koku herkese güzel gelecek diye bir kaide yoktur. Kimi insanlar şiir kokan insanları severken, kimi insanlar daha net ifadelerle konuşanları sever. Kimileri söylenen söze kendi yorumunu katabilmeyi özgürlük sayarken, kimileri sözün net ve yoruma kapalı olmasını ister.

Bu noktada bizler için asıl önemli olan  ne gibi kokmaktan hoşlandığımızdır. Peygamber kokusuyla kokmak için illa ki maddi bir peygamber hırkasına bürünmeye ihtiyaç yoktur. Görünürde üzerinde hırkası olmayan biri de iman ateşiyle ısınabilir. Davranışları, hâl ve hareketleri bu adamın üzerinde peygamber kokusu var dedirtebilir. Yemek yerken kullandığı eli, insanlar içerisinde gezerken  takındığı tavrı, üzerine almaktan çekinmediği ceketi yahut giymeye utanacağı bir yazı taşıyan elbisesi… Her biri kişinin ne koktuğunun işaretçileridir. Tabii ki kimi insan peygamber gibi kokmaktan hoşlanmayabilir. Kime neyden hoşlanması gerektiğini öğretecek değiliz. Üzerinde sigara kokusunun olmasından hoşnut olan bir kişiye hangi güzellikten bahsedebiliriz ki mesela? Kitap kokusunu almayan birisinin hayal dünyasına ne kadar girebiliriz? Deniz kokusunu genzine çekmeyen birisine özgürlük naraları atsak ne kadar duyurabiliriz sesimizi?

Ne kokmayı tercih edeceğimiz ve ne koktuğumuz arasındaki bağlantı hayatımızı anlamlı kılan çizgidir. Üzerinden duman kokusundan başka bir şey sadır olmayan bir peygamber aşığı ne kadar abes geliyorsa kulaklara; sosyal yardımlaşma ve paylaşmada öne geçen bir kapitalist de o kadar abes gelir kulaklara. İddiasını iyi bilmeli kişi ve ona göre kokmalı! Yoksa yalan kokmaya başlar ki tuzdan daha geç kokan bir şeydir yalan. Herkesin bildiği ama kime ait olduğuyla ilgili ciddi şekilde yanlış bir algının olduğu bir sözle bitirmek istiyorum cümlelerimi. Daha doğrusu bir cümlenin değiştirilmiş hâliyle. Ya koktuğun gibi görün, ya göründüğün gibi kok!

Vesselam…


0 yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir