Abdurrahman Kıroğlu
Hayat yolu derler bir tekamül sürecidir. İnsan doğar, büyür ve ölür. Büyüme süreci aynı zamanda sistematik bir değişim olarak ele alınır. Kişiyi ölümüne hazırlayan bir değişim süreci olur hayat. Bir insanın doğumla başlayan değişim süreci somut olarak ilk yıllarda daha net gözlemlenir. Gözlerini açamayan bir bebek hızla büyüyerek etrafındakileri taklit edebilmeye başlar. Ayakta duramayan bir canlı koşabilen bir donanıma ve enerjiye sahip olur. Hızlı değişimi burada da bitmez. Önceleri anlamsız sesler çıkarırken basit kelimeleri taklit etmeye başlar. Zamanla karmaşık kelimeleri söylemeye ve anlamaya başlar. Bitmeyen bir gelişim ve değişim süreci başlamış olur. Yaşı büyümekte olan bireyin gelişim süreci yavaşlar. Artık yirmili yaşlarına gelen kişi daha fazla gelişip değişemeyeceğini zanneder. Hâlbuki zandan sakınmak insan için oldukça faydalı bir sağlık kuralıdır. Değişim herkeste farklı oranda ve farklı hızlarda devam eder. Herkesin değişiminin sonu farklı aşamalarda ve farklı zamanlarda gelir. Yani “hayat elli yıldır” genellemesi yanlış bir genellemedir. “Yaş otuz beş yolun yarısı eder” diyen şair yetmiş yıl yaşamamıştır mesela. Klasikleşen, hatta klişe haline gelen ifade ile değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bir süreçtir hayat.
Bedende görülen değişikliklerle beraber fikirlerde ve duygularda da değişimler gözlenir. Yeni doğan bir bebeğin fikrî anlamda çok sağlam ve değişmeyen bir fikri vardır. Kendisine bahşedilen hayatta kalma fikrini bilinçsizce sürdürdüğünü düşünmekteyiz. Lakin bebeklerle konuşup onların fikrini alma imkanımız olmadığı için bunun bilinçli yahut bilinçsiz olduğu konusunda bir kesinlik de yok elimizde. Hatta daha biz bilincin ne olduğu konusunda uzlaşmaya varmış değiliz. Dolayısıyla bebeğin hayatta kalmak için acıkınca, uykusu gelince, altını kirletince vs temel yaşam belirtileri gösterirken ağladığını biliriz. Bir sorun yoksa ağlamaması gerekir genellememiz üzere. Ama herkes bilir ki genellemeler her zaman yanılır. Her ne kadar başka bir klişe, istisnalar kaideyi bozmaz dese de mevzu bahis insan hayatı olduğunda kaideler geçerliliğini yitirir. Bunun sebebi belki de doğuştan bize verilen yaşama fikrini değiştirip, geliştirmiş olmamızdır.
Çocukluk yılları çok hızlı fikrî değişimlerin görüldüğü zamanlardır. Temelde çocuğun en sağlam bağ kurduğu bireyin fikirlerini savunduğu gözlemlenir. Kendi fikirlerine aykırı fikirler sağlam bağ kurduğu yerden gelirse hızlıca değişebilmektedir. Büyük travmalar harici çocuk bu fikrî kaynağını değiştirmemeyi seçmektedir. Gençlik yılları fikirlerin çok sağlam olduğunun zannedildiği ama hüsranların kol gezdiği yıllardır. Yıllar geçtikçe, fikirlerin sabit olduğu zannı yerini fikirlerin nasıl değiştiği gerçekliğine bırakır. Bu değişim her zaman keskin ve sert şekilde olmaz. Bazen suyun taşlara şekil vermesi gibi damla damla ve santim santim olur. Bazen de önünde durulamayan sel suları gibi bir anda ve yıkıcı bir şekilde olur. İhtiyarlık yılları ise sanki insan için seçilmiş yıllardır. Fikirlerin yanılabileceğini kabul etmeye başlar insan. Kelimelerin ve cümlelerin söylenme şekillerinin insanı aldatabildiği öğrenilir. Her zaman birebir bu şekilde olmasa da çoğu ihtiyarda görülebilen bir durumdur bu. Fikirler insan için en seçkin hâlini alır. Lakin bu sefer de beden bazı şeylere izin vermemeye başlar. Bir de her insan için çocukluk, gençlik, ihtiyarlık gibi dönemlerin farklı yaşlara tekabül ettiğini unutmamak gerekir.
Duygular da benzer şekilde değişmektedir. Hatta benzer şekilden ziyade duygular sürekli değişmektedir diyebiliriz. Bir bebek koşulsuz ve çok fazla artan bir hızla annesini sevmektedir. Çocukluk yıllarında annesinin tavırları çocuğun sevgisini olumlu yahut olumsuz etkilemektedir. Artma yahut azalma hızı çocuğun yaşadığı ve etkilendiği olaylara bağlıdır. Duygular fikirlerden daha çok değişim göstermeye meyyaldirler. Bazen fikirlerden hızlı, bazen fikirlerden yavaş değişirler. Lakin her zaman değişirler. Duyguların sabite yakın bir hızda seyretmesi için araya mesafeler girmesi gerekir. Sabite yakın bir hızla artan duygular, mesafeler arttıkça yahut mesafenin süresi uzadıkça başka duyguların bastırması ile azalma göstermeye bile başlayabilir. Bazen mesafeler duyguları hızlı şekilde de artırabilir yahut azaltabilir. Birçok etmenin bir arada değerlendirilmesi gereken bir süreç vardır karşımızda. Bilmediğimiz bir etmen tüm süreci bambaşka şekilde etkileyebilir. Her insanda her olayın aynı etkiyi meydana getirmemesi de bu işin tuzu biberi olur. Yani klasikleşen ifade ile sadece bu “değişme” durumu değişmez.
Sadece değişim değişmeyecek diye de kural tanımamazlık yahut düzensizlik de şiarımız olamaz elbette. Düzensiz değişimlerin beraberinde büyük acılar getirdiği aşikârdır. Bu nedenle, değişimlerimizi belli bir düzen içerisinde gerçekleştirmek yaşam kalitemizi artırma yolunda faydalı olacaktır. Mesela bir çocuğun bir anda felsefe kitapları okumaya başlaması çocuğu kitap okumaktan uzaklaştırabilir. Yahut hiç kitap okumayan birinin kendi görüşlerinin en sağlam görüşler olduğunu iddia etmesi elbette ki komiktir. Yine aynı şekilde insanların kıyafetlerinin okudukları kitapları bildirdiği zannı kişiyi büyük bir yanılgı içerisine sokmaktadır.
Bu kadar yazıp söylemeye çalıştığım şeye yaklaşamamak çokça başıma gelen bir durum değildir. Bakıyorum ki söz uzayacak, kelimeler maksuttan uzaklaşacak, bir hasıla vereyim. Değişim engelleyemediğimiz bir durum olarak karşımızda. Öyle ise kendimizi olabildiğince müsbete çevirmeye gayret göstermeliyiz. Otoritelerin en korktuğu şey inkılap olsa da içimizde yıkılabilecek tüm fikileri yıkmalıyız. Zaten az ya da çok, bir depremle yıkılacak bir fikre yahut duyguya sahip isek o zavallı fikir yahut duyguyu yıkmalı, yerine sağlam ve yıkılmaz fikirler yahut duygular inşa etmeliyiz.
Vesselam…
0 yorum