Zeynep Vayiç
“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü.”
Charles Dickens bu eserinde Fransız Devrimi sürecini ve devrimden sonra yönetimi ele alan Jakobenlerin yaklaşık bir yıl süren, ayaküstü mahkemelerde sudan sebep dahi olsa kendilerine tehdit olarak gördükleri herkesi giyotinle idam ettikleri kanlı dönemi ele alıyor. Tarih kitaplarında bu dönem Terör Dönemi olarak geçiyor.
Devrim öncesi sefa içinde yaşayan asilzadelerin ezdikleri, sömürdükleri fakat görmedikleri halkta, doğal olarak birikmiş kin ve intikam hırsının yansıması olan bu Terör Dönemi ne yazık ki ihtilal öncesi ayaklar altına alınan insanlıktan pek de farklı değil. Her iki dönemde de insanın bir önemi yoktur. Kitabı okurken başta üzülüp hak verdiğiniz bazı karakterlerin daha sonra cenazesini görünce rahatlamak gibi bir ikilemde bulabilirsiniz kendinizi.
“Gelecek sıkıntılı olduğu kadar belirsizdi de ve bütün bu belirsizliğin içinde cahil bir umut vardı.”
Bu kanlı dönemde insana ait her bir duygu zerresi kitapta aheste bir şekilde satırlara işleniyor. Giyotinin enseyi gıdıklarken insanın içine doldurduğu o dehşeti de, celladına belki bir parça merhamet uğrar aciz umudunu da, bir gencin hiçbir beklentisi olmadan sevgisiyle tüm geçmişini silmesini de, bir aşkın hırsa dönüşüp ardından yerini koca bir fedakarlığa bırakmasını da satırlarda bir bir göreceksiniz. Fakat tüm bunları görebilmek için kitabın ahesteliğinden, aynı zamanda keskin geçişlerinden ve karakterlerinden yorulup bırakmadan önce yazarın sizi olayların içine çekmesine izin verin. Kitap başta çıkılması zor bir yokuş gibi fakat düze çıktığınızda ayaklarınızı ister istemez bir gerilimin peşinden koşarken bulacaksınız.
Olay örgüsü, suçsuz olduğu halde Paris’te on sekiz yıl hapis yatan Doktor Manette’nin aile dostu olan bankacı Lorry sayesinde hiç görmediği kızı Lucie ile onu kurtarıp Londra’ya dönmesiyle başlıyor. Aynı zamanda kader bu yolculukta Lucie’nin ileride evleneceği Fransız Charles Darnay ile de yollarını kesiştiriyor.
“Onu kucağında benim adımı taşıyan bir çocukla görüyorum.”
Londra ve Paris arasında mekik dokuyarak ilerleyen hikâyede bu küçük aile kendini ister istemez alev alev yandığı dönemde Paris’in içinde bulur. Geçmişte yaşanmış bazı olayların ve sırların düğümü çözülürken baştan beri Charles Darnay’e imrenen Sdney Carton kitabın sonuna yeni bir soluk katar.
Her iki dönemde de insan canının bir önemi olmadığı, birtakım tutsaklıklar, umutlar, çaresizlikler ve fedakarlık hem nesnel hem de edebî bir üslupla kaleme alınmış.
Kitap aynı zamanda tüm zamanların en çok satan kitabı olarak geçiyor.
0 yorum