Can Er Demir
Cemşit babasını düşünmeye başladı karanlık onu iyice sarıp sarmalarken. Gittikçe etrafındaki sesler azaldı ve tümden karanlıklar içerisinde kaldı. O sırada evde Cemşit’i arıyorlardı. Bahçeye çıktığını söyledi evin annesi biraz sitemkâr ve biraz da dertlice. Bu evde ne kadar da çok zorlanmaya başlamıştı son zamanlarda. Kimse evin düzenine saygı duymuyordu. Yapılması gerekenler belliydi. Bunlara alışmak bu kadar zor olmamalı diye düşündü. Hep kocası yüzünden böyle oluyordu. Onu diş fırçalarken görmeyen çocuklar diş fırçalamaya alışmamışlardı. Kocası yatağını toplasa çocuklar da ondan görüp yataklarını toplayacaklardı. Hatta kirli çamaşırlarını etrafa atmasa çocukların da kirli çamaşırlar konusunda daha hassas olacaklarını düşündü evin annesi. Alıştığı işleri yapmaya koyuldu. Arada bir bu alışılmışlıktan sıkılıyor ve durup evdeki eşyalara bakıyordu. Sanki yerleri değişirse her zaman yaptığı işleri yapmak daha kolay gelecekti ona. Bu düşünceler içindeyken banyodan fön makinesinin sesini duydu. Kocası hayret verici bir şekilde bu alışkanlığından hiç vazgeçmemişti. Evlendiklerinden beri hemen her gün fön çekmeyi aksatmazdı. Sahi nerede alışmıştı ki buna? Tertip, düzen ve sağlık için olan davranışlara alışamazken buna nerede, nasıl ve niçin alışmıştı? Bu durumdan şikayetçi olduğunu da duymamıştı şimdiye kadar. Fön makinesinin sesi kesilince ocaktaki yemeğin kapağını kaldırdı evin annesi. Dumanın yoğunluğunu fark edip birden ocağın altını kıstı. Kimse ona bunun mantığını anlatmamıştı. Hiçbir kitapta da bununla ilgili bir şey okumamıştı. Ama bu konuda başkalarına hayret verecek seviyede bir alışkanlık geliştirmişti. Ya da sürekli yemek yapmayanlara hayret verecek seviyede bir alışkanlık…
Tüm bu düşüncelerini küçük oğlunun sesi böldü. Bir buçuk yaşlarındaki erkek çocuk Cemşit diye bağırdı. Kadın saate baktı. Akşam yemeği saati yaklaşıyordu. Kocasına bir an önce dışarı çıkıp Çemşit’e bakması gerektiğini hatırlattı. Adam sessiz ve sakince montunu giydi. Seri bir şekilde ayakkabılarını ayağına geçirdi. Bağcıklı ayakkabılarının bağını sürekli çözüp bağlamadığı için ayakkabı ayağının şeklini almıştı. Ne yaptığını ve nereye bakacağını biliyor gibiydi. Kendinden emin bir tavırla bahçe kapısından çıkarken eve gelirken ekmek alması gerektiğini söyleyen sesi duydu. Gövdesiyle beraber kafasını çevirdi. Gözleri, kaşları, ağzı ve parmaklarıyla tamam anlamına gelen bir işaret yaptı kapıdan çıkmadan. Bahçe kapısını kapattı ve durup derin bir soluk aldı. Trafik ışıklarından çeşmeye giden en kısa yolu düşündü. Artık bu işe olabildiğince alışmıştı. Acaba bahçe kapısına kilit mi vursam diye düşündü. Ama bu sefer de anahtar kaybolduğunda daha başka problemler yaşayacaktı. Kapı kolunu farklı bir mekanizma ile değiştirebilirim diye düşündü. Neden sonra vazgeçti bu düşünceden. Sanki bu iş Cemşit’e engel olabilirdi. Ekmek, dedi yüksek sesle. Ekmek almayı unutmayayım! Adımlarını olabildiğince hızlandırdı. Bugün de diğer günler gibi bir gün olmalıydı. Rutin olduğu üzere birbirinin aynı davranışları tekrarlayarak, üzerine düşünme ihtiyacı bile hissetmeden yapması gerekeni yapıyordu. Bu sefer de, dedi, diğer günler gibi bir gün, sessizce kendisini buna inandırmaya çalışarak. Zaten son zamanlarda en zor alıştığı şey bu değil miydi? Adamın bilmediği şey yazılmaya değer görülen şeyin sıradan bir şey olamayacağı gerçeğiydi. Bazen sıradan bir olay binlerce kişi için sıradan bir olay olunca sıradanlığını kaybetse de adamın yaşadığı o gün alışageldiği sıradan bir gün değildi. Bu gerçekle yüzleşmek için adımlarını hızlı hızlı atıyordu şuursuzca. Günlük bir rutini hâline gelen davranışı, kendisini bekleyen sıra dışı bir gerçekle yüzleşmek için yerine getiriyordu. Bunların yazılacağını bilmeden, kendisinden çok uzun zamandır saklamakta olduğu gerçekle yüzleşmek üzere adımlarını atmaya devam etti.
Trafik ışıklarını gördüğünde dikkatini ileride toplanan kalabalık çekti. Çeşmeyi gayet net görebiliyordu. Çemşit çeşmenin başında değildi. İleride oyun alanında top oynayan çocukların etrafına baktı orada da yoktu. Bisiklet ve paten sürenleri en rahat gören banka baktı. Orada da yoktu. Kalabalık yolun hemen kenarında değildi. Kaldırımın çeşmeye yakın olan tarafındaydı. Demek ki kimseye araba çarpmamış, diye düşündü. İnşallah Cemşit’e bir şey olmamıştır diye düşündü. Işıkları karşıya geçince boylu boyunca uzanan Cemşit’i gördü. Bir an beyninden vurulmuşa döndü. Gözleriyle hızlıca Cemşit’in üzerini taradı. Herhangi bir çarpma ve sürtme emaresi görünmüyordu. Etrafta kan lekesi aradı hızlıca. Herhangi bir kırmızılık, hatta pembelik bile göremedi. Genellikle açık renkli giyinen Cemşit’in üzerinde leke olmaması da düşmediğini ve darbe almadığını gösteriyordu. Birden tanıdık bir sima gördü Cemşit’in yanında. Abi, dedi heyecanlı bir ses, yere çökmüştü, yardım etmek için omuzuna dokundum, kalkmaya çalışırken birden kendinden geçti kucağıma düştü. Adam Cemşit’in üzerine eğildi. Nabzını kontrol etti. Nabzının normal attığını görünce sevindi. Çeşmenin tasıyla bir tas su alıp Cemşit’in suratına hafif hafif damlatmaya başladı.
0 yorum